Günümüzde “bilinçli” ebeveyn olmak, eskiye oranla bariz şekilde önem kazandı. Artık bazı çocuklar, anne babalarının prensi, prensesi. Bu çocukların istekleri, onları yere göğe sığdıramayan ebeveynleri tarafından, ağzından çıkıp da ses titreşimleri henüz havaya bile karışmadan yerine getiriliyor. Tabiri caizse gak deseler su, guk deseler yemek geliyor önlerine. Peki, bilinçli ebeveyn olmak demek, çocuğunun her isteğini sorgusuz sualsiz yerine getirmek; üzülüp kırılmasınlar diye dünyayı önlerine sermek midir, yoksa bu kavram amacını aşmaya mı başladı?
Bir zamanlar büyüklerin, kalabalık ailesiyle yemeklerini aynı kaptan yiyen, soğuk kış günlerinde ısınabilen ve yatacak bir yatağı olan çocuklara söyledikleri “Yediğin önünde, yemediğin arkanda; karnın tok, sırtın pek, daha ne istiyorsun?” söylemi o günün çocuklarından çok bugünün çocuklarına uygun sanki. Zira o zamanlar çocukların sadece temel ihtiyaçlarının karşılanmasının “iyi ebeveynlik” olarak görüldüğü dönemlerdi. Esasında çocukların en temel ihtiyaçlarından olan ilgi ve sevgi görmek, ihtiyaç dahi sayılmıyordu. “Daha ne istiyorsun?” sorusunun cevabı da buydu aslında. Çocuklar kendi kendilerine bir kenarda büyür, büyüklere saygıda kusur etmemek konusunda her daim uyarılırdı.
Günümüzdeki ebeveynlik bilinci ise geçmişe oranla hayli gelişti. Kaynaklara ve bilgiye ulaşmanın çok daha kolay olduğu bir çağda yaşamanın da büyük etkisi var. Artık bazı çocuklar doğar doğmaz onları bir mucize olarak gören, sarıp sarmalayan ebeveynlere, sıcacık bir eve hatta kendilerine ait bir odaya sahip olarak açıyorlar hayata gözlerini. Daha doğmadan giysileri, oyuncakları, bezleri, mamaları hazırlanmış oluyor. Elbette bu, geçmiş kuşaklara lütuf görünen ama aslında olması gereken bir durum.
Yeni nesil ebeveynlikteki sorun ise şurada başlıyor: Prensler ve prensesler büyümeye başladığında, ilgi ve sevgi göstermekle her isteğini yerine getirmek aynı görülebiliyor. “Aman üzülmesin, aman ağlamasın, arkadaşının varmış, benimkinin neden olmasın?” diyerek belki birkaç gün içinde bıkacağı bir oyuncağı, bir kıyafeti ya da bir ayakkabıyı maddi olarak ne kadar zorlansa da alıyor aileler. Bu da fark etmeseler bile çocuklarının kişisel gelişimi için sakıncalı bir durum oluyor. Çocuklar o kadar her şeye sahip olarak yetişiyorlar ki, en ufak şeye ulaşamadıklarında, bir istekleri gerçekleşmediğinde dünyanın sonu gelmiş gibi bir hayal kırıklığına uğruyorlar ve “Ne demek olmaz?” diyorlar. Çünkü bu, onların deneyimlediği bir duygu değil.
Eskiden, giyim kuşama bu kadar kolay ulaşılamadığı yıllarda, çocuklara ancak bayramlarda yeni giysiler alınırdı birçok ailede. Hatta Ramazan Bayramı’nda alınanlar yıkanıp ütülenip Kurban Bayramı’nda tekrar giyilmek üzere kaldırılırdı. Alınan ayakkabı da artık o yılın ayakkabısı olurdu, bir yıl sonraki bayrama kadar giyilirdi. Bir çift ayakkabısı olurdu herkesin ve eskiyip yırtılana kadar giyilirdi. Kim bilir kaç çocuk, bayram sabahı sevinçle giyeceği yeni giysi ve ayakkabıları başucunda uyumuştur arife geceleri. Günümüzde ise her çarşıya çıkıldığında, her istediğinde çocuğun, gencin istediği kıyafet alınabiliyor. Sonrasında ise seneye bir yaş büyüdüğünde küçük gelecek ama giymeye sıra gelmediği için henüz etiketi bile çıkarılmadan giysi kumbaralarına gidecek bir giysi yığını oluşuyor dolaplarda.
Bu çocuklara doğum günü gibi özel bir günde hediye almak da çok zor oluyor. Çünkü her şeyleri var, hiçbir şeye ihtiyaçları yok. Bu yüzden de çoğu kez alınan hediyeye burun kıvırıyorlar.
Doyumsuz ve memnuniyetsiz bir nesil yetişiyor maalesef. İstekleri yerine getirilmediğinde, “Beni sen dünyaya getirdin, ben istemedim. Benim isteklerimi, ihtiyaçlarımı karşılamak zorundasın.” diyebilen, zaman zaman özgüveni saygısızlıkla karıştıran bir nesil. Öte yandan, bizim hayatımız anne babamıza minnet duyarak geçti. “Bizi dünyaya getirdiler, baktılar, büyüttüler, okuttular.” diye düşünüp saygıda kusur etmemeye çalışarak yaşadık. Çocuk olmanın zor olduğu bir dönemde yaşayan kuşak, şimdi de ebeveyn olmanın zor olduğu bir döneme denk geldi.
Dünyada bu kadar çok açlık, yoksulluk ve savaş varken, bir yerlerde çocuklar ölürken, aç kalırken, artık bir şeylerin değişmesinin gerektiğini düşünüyorum. Çocuklara tutumlu olmayı, saygılı olmayı, empati yapmayı, değerlerimizi, kültürümüzü öğretecek yeni bir sistemin oturtulması lazım tez elden.
Eski ile yeni arasında bir denge kurmak burada da önem arz ediyor. Unutulmamalı ki ebeveynler çocukların temel ihtiyaçlarını karşılamalı; bunun yanında ilgi ve sevgi ihtiyaçlarını da gidermelidir. Mühim olan bunu yaparken aşırıya kaçmamak, çocuğun sorumluluk bilincinin gelişmesine engel olmamaktır. Zira çocuk, büyüdüğünde kendi hayatının sorumluluğunu almakta, ayakları üstünde durmakta zorlanabilir.