Bedenimiz tıpkı bir enstrüman gibi duygularımızı ritme döker. Hüzün, dram, mutluluk, aşk… Hepsi duygularımızın ritmidir. Bazen sessizlik, bazen gözyaşı, bazen kahkaha olarak çalar. Sessizlik en ağırıdır. Notası ezberimizde olmayan, gönlümüze takılı kalan cümleler gibi… Ve bu cümleler ve duygular gün geçtikçe ağırlaşır. Kalbimizden dağılarak bedenimizdeki organlara bir bir yerleşir. Bizler buna “HASTALIK” deriz.
Hepimizin hayatında geçmeyen ağrı ve sızılar mutlaka olmuştur. Kalbim ağırıyor diyemeyiz. Kolum tutuldu, başım zonkluyor, halim yok, bedenim ruhuma ağır geliyor gibi… Bütün hastalıkların birinci sebebi stres ve üzüntü olduğunu duymuşuzdur! “Çok mu üşüttün? Sağlıksız mı besleniyorsun? Kendine hiç mi bakmıyorsun?” gibi sorularla karşılaşır, üzerimize yüklediğimiz yükleri unutur, bedenimizi sorgularız. Acaba ne yedim? Aslında soru, “Acaba neyi yutamadım? Hazmedemedim de bedenime böyle zarar verdim?” demeyiz.
Kendimden bahsedeceğim! Yıllardır geçmeyen ağrımdan… Bundan iki yıl önce belime ansızın kramp girmişti. Umursamadım. “Geçer” dedim ve zamana bıraktım. Gün gün ağrım şiddetleniyor, sosyal hayatımı olumsuz etkiliyordu. Yürürken, yatarken, ayakta dururken, otururken geçmek bilmeyen bir sızı ile mücadele ediyordum. Gün geçtikçe artmaya başlayınca bir doktora göründüm. Şiddetli bel ağrısının bel fıtığı ya da rahimle ilgili rahatsızlıklardan olduğunu duymuştum. İlk önce bir kadın doğuma giderek muayene oldum. Testler yapıldı, detaylı araştırmalar ve sonuç temizdi. Daha sonrası bel fıtığıdır diyerek bir beyin ve sinir cerrahına gittim. Beyin filmi, MR, röntgen derken sonuçlar gene temiz çıkmıştı. Bir dahiliyeye yönlendirildim. Böbreklerden olabileceği söylendi. Ultrason sonucumda temiz çıkmıştı.
Derken romatolojiye yönlendirildim. Tekrardan birçok tetkik yapıldı. Ve gene her şey temiz çıkmıştı. Ve sonra bir nöroloğa yönlendirildim. Her şey en baştan yapıldı. Testler, tahliller, sonuçlar yine temizdi. Oysa ben artık ayakta duracak gibi değildim. Doktora söyledim. “Ben iyi değilim! Bu kadar ağrı normal değil!” dedim…
— “Doktora! Psikiyatriye yönlendirelim sizi…”
— “Tabii ki inanıyorum ağrınıza! Ama sonuçlarınız tertemiz, psikolojik olabilir” dedi.
Bense o uyutan, uyuşturan ilaçları kullanmayı reddettiğimden psikiyatriye gitmek istemiyordum. Başka çarem kalmamıştı. Doktor bana, “Senin unutamadığın bir şeyler var, affedemediğin…” demişti.
Evet… Doktor bunları söylerken gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Affedemiyordum. İki yıl önce gördüğüm bir mesajı ve işittiğim sözleri… Sürekli beynimde tekrar ediyordu. Her tekrar belime bir yük gibi çöküyordu. Eşim biriyle görüşmüş, ona çiçekler yollamıştı. Sürprizler yapmıştı. Senaryoları hayal edip mecalsiz kalıyordum. Tabii bunları doktora anlatmadım. Ama ben anlamıştım, kronikleşen gönül ağrımın sırtıma bir yük gibi bindiğini.
Hastaneden çıktım! Karşıma bir çiçekçi çıktı. Kırmızı güller aldım, sevgiliye gönderilenlerden. Nazar boncukları ve kalplerle süslettiğim buketi… Ve kendime, uzun uzun not yazdım:
“Sen değerlisin! Seni çok seviyorum! Sen bu çiçeklerden daha güzelini hak ediyorsun! Yüzün hep gülsün, ağlama! Ve seni kimsenin ağlatmasına izin verme!”
Sanki ağlayan kalbim gözyaşlarını sildi ve bana baktı. Belimdeki yük hafiflemeye başladı. Ve günü kendime armağan ettim. Bir kafeye gidip, önce bir kahvaltı yaptım. Sonra kahvemi yudumladım. Doğada yürüdüm. Çiçekleri sevdim. Gökyüzünü seyrettim. Kendime tatlı ısmarladım. Hediyeler aldım. Ve hepsine not yazdım: “Seni çok seviyorum!” diye…
Günlük uyku veren ve beynimi uyuşturan ilaçları kullanmadım. Benim uyuşmaya değil, değerli hissetmeye, sevilmeye ihtiyacım vardı. Her ağrıyı hissettiğimde, dozu arttırdım. Kendimi daha çok sevdim, ödüllendirdim. Kendime çiçekler almayı rutine bağladım. Evet, eşimden de çiçekler geliyordu.
Sonbaharda boşalan parklar gibiydi gönlüm. Üşüyordum!
“Nereniz ağrıyor?” sordunuz mu kendinize?
Hangi unutamadığınız söz, hangi hayatınızı karartan yüz? İçinizdeki çocuk ağlıyor çocuk! Çocuklar fark edilmek için ağlarken sesini yükseltir. Duymadın mı? Kendini yere atar. Hepsi fark edilmek için… Kalbin de fark edilmek istiyor. Bir çocuk gibi sevilmek, bir çiçek gibi şımarmak… Şımartın kendinizi! Ağrınız geçmiyor mu? Dozu arttırın! Geçecek! Hiçbir şey sonsuza kadar sürmeyecek… Ama ruhumuz sonsuz, ona iyi davranın!
Şarkılar söylesin size… Hayatta hep mutluluk olmaz. Mutsuzluğunuzun da zamanla geçeceği bilinciyle… Kendinize iyi bakın!
Sevgiler, saygılar!