İnsanın ruhu hastalanmadan bedeni hastalanmazmış. Yani her şey önce ruhumuzdan gelir. Fark edemez insan çoğu zaman önce içeriden şifalanması gerektiğini. Bunca hengamenin, koşturmanın arasında bir de içine dönüp bakmaya vakti yoktur. Bazen yara almadan bilemez insan ne kadar iyileşmeye ihtiyacı olduğunu. Hayat eksiklerimizle de hayat değil mi zaten? Az olmadan çoğun kıymetini, yok olmadan var’ ın kıymetini bilemediğimiz gibi…
Derdine derman arayan önce Allah’a, sonra kendi kalbine sormalı bulması gereken derman asıl nerede? Bunun cevabını kendinde bulabilen insana açılır yavaş yavaş perdeler. O yüzden önce insan kendine iyi gelmelidir.
Kalbin akıl ile mesafesi sonsuzluk kadar olduğu gibi bazen de bir kelimeliktir. Ve bu bizlere sadece bir dua kadar yakındır.
Almak isteyen alır, bulmak isteyen bulur. Kısacası arayan mutlaka bulacaktır. Burada asıl önemli olan eksiğimizin ne olduğudur. Ne aradığını bilemediğin ama hep bir eksik parçanın yokluğunu hissettiğin o his hep vardır insanın içinde. Ne olduğunu asla bulamayacağını sandığın ama aramaktan da kendini alıkoyamadığın…
Bir anlık yanılsama samimiyetidir aslında hayat. Aldanıp içinde kaybolduğun. Çayın içine attığın o bir saniyede eriyip giden küp şeker gibidir.
Sen aslında o kadarlık bir mesafede yaşarsın uzun gibi görünen kısa hayatı. Ve yaşadığın her an kendini arayıp bulmana vesiledir.
Tüm zıtlıkların, eksikliklerin muammasında seni yoktan var edenin varlığından nasıl eminsen ve o sürekli aradığın ruhsal şifanın da önce kalbinde, yüreğinde ve kendinde emin olduğunda işte o zaman sen olmaya başlarsın. Ve sen kendini sevmeye, kendini daha iyi bilmeye başladığında kendi şifanı Allah’ın sana bahşettiğini anladığında artık tüm yollar senindir.
Kendine inanmaya başladığında yaşarsın kendi hayatını. Bâtında şifa bulamayan zahirde parlayamaz. Aydınlık bir ruhla etrafına ışık saçan insanlarla dolsun hayatımız.
keyifli bir yazı okudum yine