Rüya can acıtır mı? Acıtır, eğer gerçekleri anlatıyorsa hiç istemediğimiz kadar… Geçen hafta gördüğüm rüya o kadar canımı acıttı ki, bir haftadır o rüyanın gerçek hayatıma verdiği tahribatı halen yaşıyorum…
Geçen hafta kendimi bir Filistin vatandaşı olarak gördüm rüyamda; dört köşe değil, tek ve sağlam kalmış bir duvardı evim… O duvarın önünde, adına yaşamak denilen dünyevi ihtiyacı yerine getirmek maksadıyla nefes aldığıma şükrettiğim mahremim. Cami vardı, ayakta kaldığına şaşkınlıkla şahit olduğum. O camide namaz kılışım; -aman cam önlerinde kılmayın- uyarısını dikkate alarak keskin nişancıların görüş açısından uzaklaşmaya çalıştığım o sahne, halen gözlerimin önünde… Elbisemin kırışıklığına isyan eden ben; o gün elbisemi giyindiğim uzuvlarımın sağ ve eksiksiz oluşuna şükrediyordum.
Cami çıkışında evim olarak gördüğüm o düz duvar parçasına ölmeden gidebilmek için var gücümle koşuyordum. Sağımdan ve solumdan sıkılan kurşunlara hedef olmamak için zikzak çizerek bitirdiğim o yollar şahitti korkularıma. Duvar diplerinde vurulmamanın sevincini yaşarken, bir yandan da gökyüzüne bakıyordum. Üstüme düşecek bir bomba var mı diye… Kurşundan kurtulsam, bombadan korkuyordum. Sebebini kendi kendime çok sormuştum o gece; “Neden?”…
Cevapsız suallerimi sabah ezanı bozmuştu, birden irkilmiş ve rüya olduğu için binlerce defa şükretmiştim. Sonra şu soru aklıma takılmıştı; benim rüya olduğuna şükrettiğim, oradaki kardeşlerimizin gerçeğiydi. Her gün vurulmak, ölmek, ölmesen de sıranı beklemek… Orada çocuklarına kol kanat geremeyen babaların çaresizlikleri vardı. Evet, benim için her şey bir rüyaydı, benim için her şey güneş doğuncaya kadardı… Peki ya onlar için…