BİR BİLİNÇDIŞI MESAJI OLARAK: RÜYALAR
Rüyalar ve rüyalarımızın önemi, insanlığın ilk yıllarından bu yana kuşkusuz, atalarımızın oldukça dikkatini çekmiş ve birçok kültürde, coğrafyada, inanç sisteminde yüzyıllardır yer bulmuştur. Etrafındaki her türlü varlığa, hissettiği her çeşit duyguya ve genel olarak bulunduğu dünyaya anlam yükleme eğiliminde olan insan canlısı, elbette uykusunda gördüğü bu gelişigüzel görüntülere de süreç içerisinde birçok anlam yüklemiştir.
Zaman içinde, uykularında gördükleri bu kimi zaman absürt, kimi zamansa kendi içinde tutarlı olan söz konusu görüntüleri, insanlar birbirlerine anlatmaya ve bunların bir anlam ifade edebileceği fikrine sahip olmuşlardır. Bu anlam bazen tanrıdan gelen bir işaret, bazense gelecekte yaşanacak olaylar veya felaketlere dair bir ipucu olarak değerlendirilmiştir.
Günümüzde bilimin ve teknolojinin gelişmesi ile bilim dünyasının odağı, insanın bütün zihinsel süreçlerinin merkezi olan beyine kaymış ve bilim insanları da rüyaları bu organın işleyişini inceleyerek araştırmıştır. Fakat günümüzün teknolojisine gelmeden önce bu konudan bahsederken bir ismi zikretmeden geçmemeliyiz ki o da kuşkusuz Sigmund Freud’dur.
Freud bir nörolog olmasına karşın zaman içinde psikoloji ve psikiyatri konularına yönelmiş ve bireyin geçmiş hayatını mercek altına alan, bugünkü psikoloji ve psikiyatriye libido, bilinçdışı, ego, süperego ve id kavramlarını kazandıran ve psikoterapinin mihenk taşı olan Psikanaliz kuramını oluşturmuştur.
Freud, kuramında özellikle rüyalar konusuna büyük yer vermiştir. Kendisi, rüyaları bilinçdışının bir çeşit dışavurumu olarak görmüş ve hastalarına sıkça rüyalarından bahsetmesini talep etmiş ayrıca onları analiz etmiştir. Sigmund Freud 1900 tarihinde kült eserlerinden biri olan Düşlerin Yorumu kitabında ‘’Rüyalar, bilinçdışına giden kral yoludur’’ ifadesi hem okurlarını hem de peşinden giden meslektaşlarını derinden etkilemiştir. Bu da bize rüyalarımızın hiç de yabana atılmaması noktasında bir düşünceye sevk etmektedir.
BİLİNÇDIŞI İLE İLETİŞİMİMİZ ve FARKINDALIĞIMIZ
Freud’un, ‘‘Rüyalar, bilinçdışına giden kral yoludur’’ sözünden hareketle, rüyaların bilinçdışımızla iletişimimizin en elverişli yol olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu sadece bir ‘‘yoldur’’ bilinçdışının kendisi değildir.
Peki, bilinçdışı dediğimiz kısmımız tam olarak neyi ifade etmektedir? Bilinçdışını bastırdığımız her türlü duygu, düşünce ve anının bulunduğu, tam olarak asla ulaşamayacağımız, zihnimizin karanlık bir bölümü olarak düşünebiliriz. Az önceki ‘‘tam olarak asla ulaşamayacağımız’’ ifadesine dikkat çekmek isterim. Çünkü bilinçdışı hakkında rüyalarımıza bakarak bir takım fikirlere sahip olabiliriz, ancak tam olarak asla onu kavrayamayız. Amacımız, kendimizin bile haberi olmadığı bilgilerin barındığı bu düzlemimiz ile bağlantımızı kuvvetlendirip kendi iç dünyamız hakkında daha derinlemesine fikir sahibi olmaktır. Böylece öz farkındalığımızı arttırabilir ve dünyaya yeni pencerelerden bakma fırsatı bulabiliriz.
Düşünecek olursak birçok düşünce hareketinin, felsefi oluşumun hatta psikoterapinin en büyük amaçlarından biri iç görü kazanmak ve kazandırmaktır. Biz de bu yazımızda rüyalarımızı gözlemleyerek bunun gerçekleştirilebileceği noktasını vurgulamak istiyoruz.
RÜYALARIN ÇALIŞMA MEKANİZMASI
Rüyalarımızı gözlemlemeden önce rüyaların nasıl bir çalışma mekanizması olduğunu öğrenmeliyiz.
Psikanalitik öğreti rüyalardaki kişilerin, canlıların, nesnelerin ve olayların sembolik olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Örneğin rüyamızda bir yakınımızı görmemiz, çoğu zaman o kişiyi değil, o kişinin bizde uyandırdığı bir duygu olabilir. Olaylara ve olgulara bakarken hemen hemen her şeyi bir sembol olarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Peki, neden? Freud bunu çok güzel bir örnekle anlatıyor: Düşünelim ki rüyamızda bir araba önümüzde sürekli ‘‘dıt-dıt’’ diye kornaya basıyor. O sesin verdiği rahatsızlıkla uyandığımızda aslında o ‘‘dıt-dıt’’ sesinin kurduğumuz saat alarmından geldiğini eminim hepimiz deneyimlemişizdir. Bu basit örnekle bile, gerçekteki böyle bir sesin aslında nasıl rüyamızda sembolik bir forma girebildiğini rahatça gözlemleyebiliyoruz. Freud’un tam olarak demek istediği de örneğimizdeki basit bir ses nasıl sembolik olarak rüyamıza yansıyorsa bastırdığımız duygu, düşünce ve anılar da benzer bir şekilde rüyalarımıza yansımaktadır.
Rüya değerlendirmesi noktasında dikkat edilmesi gereken en büyük husus da rüyayı gören kişidir. Rüyada görünen bir şey, rüyayı görenden bağımsız bir şekilde asla ve asla yorumlanmamalı, değerlendirilmemelidir. Örneğin, rüyada gitar çalmayı görmek, bir gitarist için farklı yorumlanmalı, küçükken gitar hocasından azar yiyip travmatize olmuş biri için ise farklı yorumlanmalıdır. Çünkü yukarıda da bahsettiğimiz gibi rüyadaki görüntüler, rüya gören kişinin bilinçdışının ürünüdür. Rüya, gören bireyin gizli ve yasak arzularını, geçmiş yaşantılarını, anne ve baba ilişkilerini, kısacası bireysel tarihini esas almaktadır.
Sonuç olarak rüyalarımızla hemhal olmak ve onların üzerine düşünmek, içimizdeki karanlık noktaları keşfetmek için benzersiz bir yoldur. Zihnimiz sadece bizim için adeta her gece yepyeni ve tek seferlik bir film gözlerimizin önüne sermektedir. İç dünyamıza ışık tutan bu ‘‘filmlerin’’ kıymetini bilebiliriz, inceleyebiliriz, hemhal olabiliriz, bir terapiye gidiyorsak terapistimize anlatabiliriz veya çoğu insanın yaptığı gibi umursamayabiliriz. Bu tamamen sizin tercihinizdir.