Geçen gün çok güzel bir ortam da sohbet ederken konu bir ara usta Albert Einstein’a geldi. Ve bu sırada da çok önemli bir şey dikkatimi çekti. Herkes bu bilim insanın ismini öyle ya da böyle bir şekilde biliyordu ama işin ilginç yanı, neredeyse hiç kimse onun ne icat ettiğini ya da neyi bulduğunu bilmiyordu.
Sahi! Albert Einstein ne bulmuştu da adı asla unutulmayacak bilim insanlarının arasına girmesine neden olmuştu? Haydi bir süre sizi kendinizle baş başa bırakayım da bu vesile ile sizde kendi bilgilerinizi bir gözden geçirin. 🙂
.
.
.
Aslında benim gibi bir bilim kurgu yazarının, neşe içinde yazdığı bu makalesini hala okumaya devam ediyorsanız siz zaten onun ne bulduğunu az çok biliyorsunuz demektir. Bu yüzden yazımın bundan sonraki kısmına merakla, Einstein’ nın ne bulduğunu açıklamamı bekleyen diğer güzel insanlar için devam ediyorum.
Günümüz fiziği esas olarak yirminci yüzyıl ortalarına kadar 1643 ila 1727 yılları arasında yaşamış büyük üstat İsaac Newton’un belirlemiş olduğu kurallara bağlı olarak şekilleniyor ve oldukça da hızlı bir gelişme kayıt ediyordu. Tabi her ne olursa olsun doğa kanunlarının bilinmeyen birçok yönü de gizemini koruyordu. Newton yasaları sayesinde karada, havada ve suda ilerleyen araçların icat edilmesinin yanı sıra matematik bilimi de oldukça ilerlemişti. Newton nesnelerin birbirleri ile olan ilişkilerinde kütle büyüklüğünün etkili olduğunu söylüyordu. Onun bulduğu pek çok fizik kanunundan en önemli olanı büyük cisimlerin küçük cisimleri kendine doğru çekmesidir. Ona göre işte tam da bu yüzden ağaçtaki bir elma Dünya ya doğru çekiliyor, Dünya da Güneşin etrafından ayrılamıyordu. Kısacası bu yer çekiminin de açıklamasıydı.
Onun keşifleri sayesinde o dönemin fizikçileri, astronomları ve diğer tüm bilim dalları ile uğraşan insanları artık oturdukları yerden hesap yaparak makro ve mikro evrenleri keşfetmeye de başlamıştı.
Ancak geçen yüzyılda gelişen matematik ilmi ile birlikte bazı değişmez mutlak fizik kuralları; özellikle işin içine ışık girdiğinde birtakım tutarsızlıklar sergiliyordu.
Ama o günün bilim insanları açıklanamaz, aşırı bağnaz tavırlarla sıkı sıkıya üstat Newton’un değişmez kurallarına bağlı kalıyor, diğer tüm teorileri görmezden geliyorlardı.
Bunun sonucu olarak ta bilimsel gelişmelerde büyük bir tıkanıklık meydana gelmişti. Artık yeni bir bakış açısına ihtiyaç vardı. İşte bu noktada Albert Einstein o değişik bakış açısını yakalamayı başardı. Bulduğu şeye gelince…
Ona göre fizik sadece x, y, z düzleminde olduğu gibi üç değil, dört boyutluydu. Dördüncü boyut olan zamanın da evren kanunlarında büyük bir etkisi vardı.
Evrendeki cisimler büyüklüklerine göre etraflarında bir kütle çekim alanı oluşturduğundan her şey birbirine bağlı olmak zorundaydı. Bu Newton’ nun fizik kurallarına bir meydan okuma gibiydi. Nesneleri birbirine bağlayan herhangi bir güç yoktu. Ve uzayda sanılanın aksine boş değildi. Ve bu sayede en hızlı madde olan ışık, uzay zaman dokusunda yol alırken bükülebiliyordu.
Bu şu demek:
Malum konuyla ilgili herkesin denk geldiği bir çarşaflı anlatım vardır. Hani gergin bir çarşafın ortasına büyük bir top konur ve o bölge çukurlaşır. Daha küçük toplarda o çukurun izini takip eder. Buraya kadar her şey güzel hoşta madem cisimler birbirini çekmiyor ve çarşaf anlatımında olduğu gibi etrafında bir çukur oluşturuyorsa o zaman uzayın bir dokusu ve tıpkı çarşafın imal edildiği kumaş gibi elle tutulur bir maddesi olmalıydı.
Einstein’ın bu çığır açan bakış açısı ile ortaya çıkan görelilik teorisi, İngiliz bilim insanı Arthur Eddington’un yapmış olduğu deney sayesinde ışığın da bükülebildiğini ispatlaması ile bir devrim yaratmıştır.
Şimdi görelilik ve ispatı hakkında daha uzun uzadıya bir şeyler anlatabilirim ama esas benim dikkat çekmek istediğim kısım, sonunda insanlık uzayın boşluktan ibaret olmadığını, uzayın dokusunda henüz göremediğimiz ama varlığını teorik olarak ispatladığımız bir maddeden oluştuğunu anlamıştı.
Evet bunun bir adı var. Buna “Karanlık Madde” diyoruz. Ve ben bu konuya da ileride daha derinlemesine değinmek istiyorum.
Sonuç olarak umarım artık hepiniz, elma ağaçtan koptuktan sonra yer çekiminden değil dünyanın karanlık maddeden dokunmuş uzay zaman kumaşında açtığı çukur ve yolları takip ederek yere doğru ilerlediğini anlamışsınızdır. 🙂
Bu günlükte bu kadar. Haydi gençler çalışmaya devam. Daha ispatlanması gereken birçok teori var… Sevgiyle kalın…