Kış, şita, zemheri…
Toprak, öldü. Dağ, taş, çiçek, doğa, hayat, öldü. Bazen ölmek gerektiğini gösterir tabiat bize. Daha güzeli, daha canlısı, daha hayat dolusu için. Kışta yapmalıydı şovunu tüm insanlık için. Yağmalıydı kar, esmeliydi rüzgâr, düşmeliydi kırağı. Yaşamak, yaşatmak gerekliydi. Önce donmalıydı dünya. Hasta olmalıydı insanlık. Suratında hissetmeliydi doluyu, fırtınayı. Sonradan gelecek baharın kıymetini böylece bilecekti. Ve gelen bu bahar, kışın şiddetine göre daha coşkulu olacaktı. Tıpkı insanoğlunun hayatı gibi. Acılar, kederler üzerine gelecek günlerimiz daha çok parlayacaktı.
İnsanlığın kış ile bire bir tanışması, hastalık ile olmuştur. Eminim. En azından benim için öyledir. Annelerimizin soba yakama ve evi sıcak tutma telaşı içinde kapmışızdır bir yerden soğuk algınlığını. Öksürüğün öpücüğü sayesinde bebek ciğerlerimiz hastalıkla tanışan ilk organlar olmuştur. Bir odadan diğer odaya geçiş, kıtalar arası yolculuğudur çocukluğumun. Değişik kıtalar göremesek de iklimine şahitlik etmişizdir, bilmeden.
Bastığımız parkelerin vücutta bıraktığı donmuşluk hissidir, kış. Bir odada oturmanın yatmanın yemek yemenin adıdır. Güğümün hep sıcak su ile dolu oluşudur. Islak çamaşır kokusunun sobanın sıcaklığı ile buharlaşıp genzimizden akışıdır. Biraz kestane biraz mandalina kabuğu çıtırtısıdır. Bir anda karın bastırıp dizimize kadar geldiğidir. Okulların kar tatili yapıp çocukların yokuşların başlarına koştuğu nimetten bir aydır. Poşetini tepsisinin alan sınıfsal farklılıklar olmaksızın kaydığı ve hiçbir şey de bulamadığın lezzeti bulduğun garip bir aydır.
Ellerinin soğuktan donduğu ve acısını hissetmene rağmen hala oynamaya doyamadığın hazzın ayıdır. O ellerin ısınırken ki acısı ağlatırdı insanı. Tatlı acı bir mevsimdir kış. Fakirin “Nasıl ısınacağız?” diye dertlendiği, kurdun kuşun “Nasıl doyacağız?” sorusuna cevap aradığı bir mevsimdir. Bunu dillendirmeden de geçmeyelim. Herkes birbirine ve hayvanlara el uzatmalı az çok. El ele verirsek her şeyin bir çözümü vardır.
“Komşusu açken tok olarak yatan kimse bizden değildir.” (Hadis-i Şerif / Hakim, Müstedrek, 4/183, h. no: 7307)
21 Aralık, kış dönümüdür. Artık bugünden sonra kış başlamaktadır. En uzun gece de bugün yaşanır. Daha sonra geceler yavaş yavaş kısalacaktır. Şeb-i yelda ise bu uzun gecenin farsça karşılığıdır. Günlerin kısalmasının son bulacağı için bu günü mutlulukla karşılarlar. Dünyayı ışık ve mutluluk saracağına inanırlar.
“Ey sevgili, senin kuyunda yerini belli eden kadlerinse
Mevsim-i şitanın benim diyen gecesi şeb-i yeldadır.”
(Orijinaldir)
Kış geceleri soğuk ve tenhadır. İnsanın düşüncelere gark olması için çok müsaittir. İnsanlar kendilerini yalnız hissedebilirler. Güneş yüzü görmeden çalışan insanlar var. Sabahın karanlığında evlerinden çıkıp akşam olunca işten çıkan insanlar, anneler, babalar vs. Günün insana yetmediği, daha hızlı yaşlanıyormuşuz hissi veren zamanlar. Pazartesi ile Pazar gününün arasında sanki hiç bir gün yokmuşçasına aynı yerinde saydığı hissi “Çık içimden.” dercesine yaşıyoruz. Hayat, hızlı giden bir trenin bir yerlerinden tutma çabası haline geliyor kışın. Gündüzü kısa, gecesi uzun hatta yılın en uzun gecesi içinde mevcut bir mevsim.
Melankoli, hüzün seven ya da her mevsimi kendini göre seven insanlar da var. Çayını kahvesini alıp kış geceleri film keyfi yapan ya da yağmurun sesini dinleyen insanlar. Kış tatiline çıkıp karın keyfini çıkaranlarda mevcut. Bir şehirde hiç kar görmeyip de şehir şehir çoluk çocuk toplanıp kar görmenin heyecanıyla yollara düşenler bugün hepimiziz neredeyse.
Sözün kısası kışın bugün herkese ne hissettirdiği değişebilir. Fakat geçmişte hepimiz neredeyse aynı şeyleri hissetmişizdir. Bu bizim ortak bir duygu birliğimizdir. Benim en çok özlediğim kış manzaraları geçmişte kalmıştır.
Şeb-i yelda en uzun gecemiz, bizim en güzel gecemiz olsun. Kış, herkese hep aynı pencereden baksın.