Seferberlik Ruhu

Murat Şaşzade 159 Görüntüleme Yorum ekle
7 Dak. Okuma

Sevgili Dostlar, Dünya tarihinin en zorlu döneminden geçiyoruz. Adına ister Kapitalizm ister Küreselleşme ya da ne derseniz deyin, sömürü ve yağmaya dayanan sistemin sonuna gelindiğini bizzat bu sistemi kuranlar anladı. Bu yüzden 2019’dan itibaren Büyük Sıfırlama (Great Reset) adı altında kapitalizmin yıkılması, yerine dijitalizm ve yapaya zekayla uyumlu olarak yeni bir isimle yeniden kurulma projesi hızlandırıldı. Esasen yeni bir isimle kurulacak olan dünya düzeni tıpkı kapitalizm gibi dünyayı farklı bir yöntemle sömürmeyi hedeflemektedir. Bu kez amaçları zihinleri işgal ederek, tüm insanlığı sistemin gönüllü köleleri haline getirmektir. 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısıyla başlayan bu süreç 2020’de başlayan Korona Salgınıyla hızlandırıldı. Salgın bir biyolojik harp unsuru olarak kullanıldı. Küresel Sermayenin kontrolü altındaki medya tarafından kasıtlı olarak yayılan histeri ve panik havasından toplum olarak nasibimizi aldık. Bu süreci yöneten sistem aktörleri, tüm ülkeleri, toplumları karantina altına aldı, tecrit edip evlere kapattı. Amaçları birbirimizle olan bağları kopartmak, toplumların dayanışmasını çökertmek, halkların ülkelerine olan aidiyet duygularını yok etmek ve bizleri kimliksiz, inançsız, kültürsüz, köksüz bir Dünya vatandaşı yapmak, yani zihinlerimizi yeni kurulacak sistemin kölesi olarak hazırlamaktı.

Korona adlı salgını atlattıktan sonra bu kez bölgesel savaş senaryoları devreye sokuldu. Gazze’de soykırıma dönüşen katliam hepimizi insanlığımızdan utandırdı. Tüm bunlar olurken her hafta veya ekonomik, siyasi, sosyal çalkantılarla sarsılmaya ve doğal afetlere maruz kalmaya başladık. Bu da yetmezmiş gibi son günlerde bir anda gündeme Maymun Çiçeği adlı virüs sokuldu ve salgın korkusu medya yoluyla pompalanmaya başladı. Son olarak ülkemizde Temmuz ve Ağustos boyunca birçoğu sabotaj kokan orman yangınları çıktı. Küresel Deccaliyetin, en büyük kozu insanların zihninde yarattığı korkudur. Bunun için bazen salgın hastalıkları, bazen bölgesel çatışmaları veya terörü, bazen ekonomik krizleri, bazen küresel iklim değişikliği propagandasını kullanır. Kovid salgınının kapatmalarıyla başlayan, 6 Şubat asrın en büyük deprem felaketiyle giderek artan ekonomik kriz, ülkemizde orta sınıfı yok olma tehlikesine maruz bıraktı ve sınıflar arasındaki uçurumu artırdı.  Bölgemizde giderek artan savaş tehdidi, Devletin en resmi ağızlarından seslendirildi.

Lokantaların, konaklama tesislerinin fahiş fiyatları dışında pazar yerlerinde, marketlerde, konfeksiyon mağazalarında, akaryakıt, döviz kurları, girdi maliyetlerinde artış vb gibi bahanelerle açıklanamayacak düzeydeki fiyat artışları tüm vatandaşları rahatsız edici boyuta ulaşmıştır. Bunların dışında içme sularında sürekli artış dikkat çekici boyuta ulaşmıştır. Kültürel etkinlikler ve kitap fiyatlarındaki artış, eğitim maliyetlerindeki korkunç tırmanış son derece düşündürücüdür. Piyasadaki başıbozukluğa karşı ilgili Ticaret Bakanlığının aldığı tedbirler yetersiz kalmaktadır. Zaten yaptırım ve cezalar caydırıcı olmaktan uzaklaşmıştır. Bu sorunun çözülmesi iç huzurun sağlanması açısından çok önemlidir. Küresel Sermayeye bağlı holdinglerin ve kartelimsi yapıların iç piyasanın dengelerini kasten alt üst ettiğini ve böylece savaş tehdidinin yoğun olduğu bir dönemde vatandaşların Devlete olan güvenlerini sarsmaya çalıştığını düşünüyorum.

Sosyal olarak başka bir risk faktörü, topluma Küresel güçler tarafından enjekte edilen yabancı, daha doğrusu mülteci düşmanlığıdır. Başta Suriyeli, Afgan mülteciler olmak üzere, Afrikalı sığınmacı düşmanlığı da hızla artmaktadır. Bu toprakların tarihten beri dinimizin gereği, tüm mazlumlara, ezilenlere kucak açtığı hızla unutturulmaktadır.

Sona sakladığım en büyük risk faktörü ise geçmişte denenmiş, sağ-sol, Türk-Kürt, Sünni-Alevi, dindar-laik gibi suni kutuplaşmalardan çok daha ileri boyutta olan ailelerin içine girmiş olan kutuplaşma ve bölünmüşlüktür. Toplum Küresel Güçler tarafından algı yönetimi ve psikolojik harp teknikleri yoluyla siyasi tercihleri, destekledikleri siyasi ittifaklara göre iki kutba ayrılmış ve yukarıda bahsettiğim gerilim noktalarının tetiklenmesiyle birbirine hasım hale getirilmiştir. Her ailede, aile fertleri siyasi tercihleri kendilerinden farklı diye akrabalarını ya da diğer aile fertlerini ötekileştirir, hatta dışlar hale gelmiştir.

Savaş, salgın, kıtlık ve toplumsal kargaşa vb gibi ihtimalleri barındıran darboğazdan seferberlik ruhuyla çıkabiliriz. Toplumun tüm kesimlerine, etnik kökeni, inancı, kültürel düzeyine, ideolojisine bakmadan eskisinden daha çok sahip çıkalım. Türkiye’nin geçmişteki darbe, felaket ve krizlerde yıkılmamasının en önemli sebebi, çok güçlü bir dayanışma içinde olmasıdır. Bu bakımdan bizi birbirimize Küresel Şer Odaklarına, herkesi kucaklayarak, dostluk ve aile bağlarımızı güçlü tutarak cevap verelim. Eskisinden daha çok sokakta olalım ve toplumun nabzını tutalım. Her kesimden insanlarla temas edip şikayetlerini dinleyelim. Onlara devletimizin dışarıda ve içeride mücadele ettiği odakları anlatalım ve bir beka mücadelesi içinde olduğumuzu anlatalım. Bir insana bile farkındalık kazandırsak, tüm insanlığın zihnini işgal etmek isteyen Küresel Deccaliyetin karanlık projesinin tekerine çomak sokmuş oluruz.

Aynı zamanda Küresel Şer Odaklarının kuracakları yeni sömürü sistemi için dinleri de hedef aldığını bilelim. Dini kavramların içini boşaltamaya çalıştıklarını, insanların ibadethanelerden umudunu kesmelerini sağlamak istediklerini dikkate alalım. Ailenin çökertilmek istendiğini, bu yüzden Küresel Deccaliyetin fiyatlardaki sürekli tırmanışı körüklemesinin ardında, evlenme yaşının artırılarak evli çiftlerin geç çocuk sahibi olması ve buna bağlı olarak azalan doğurganlıkla birlikte ülkemizin nüfusunun yaşlandırılma hedefinin olabileceğini göz ardı etmeyelim. Bu bakımdan hem iman kodlarımıza hem de aile değerlerimize sahip çıkalım. Çevremizdeki gençlere imanın, ibadetin, takvanın önemini halimizle anlatalım. Evlenmeyi erteleyen yoksul gençlere zekatlarımızı verelim. Gelecek kaygısıyla kariyeri, evliliğe tercih eden gençlere evlilik ve aile değerlerinin önemini vurgulayarak evlenmeye özendirelim.

Şu zorlu dönemde her türlü kaçışın- tatile, eğlenmeye, medya araçlarına, oyunlara, yatırım araçlarına- bir felaket olacağını bilelim. Oturup kara kara “Eyvah işler kötü gidiyor, ekonomi batıyor, paramı nereye yatırayım gibi saçmalamak yerine, gereksiz bir kuruş bile harcamayayım, milli tasarrufa katkıda bulunalım. Artık ne yapıp edip kanaatkâr olmak zorundayız. Lüks tüketimden, çılgınlar gibi cep telefonu değiştirmekten, araba alma hayali kurmaktan, sürekli faiz, altın, borsa ve hisse senedi düşünüp endişe içinde yaşamaktan vazgeçelim. Sürekli biriktirme hastalığından kurtulup ihtiyaç fazlası varlıklarımızı, yoksul, kimsesiz ve muhtaçlarla paylaşalım. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Sakarya Meydan Muharebesi öncesinde ilan ettiği “Tekalif-i Milliye Emirleri” ni hatırlayarak her an oluşabilecek büyük çaplı doğal afet, deprem, salgın, kıtlık ve savaş risklerine karşı Devletimiz istemeden bile paramızı ve malımızı seve seve vermeye hazır olalım. Tasarruflarımızın bir kısmını böyle olağanüstü haller için saklayalım. Yaz tatilini fırsat bilip tatile kaçmak yerine her genç bulunduğu alanda enerjisi ve bilgisiyle topluma nasıl faydalı olabilirim diye düşünmeli ve eksik gördüğü alanda kendiliğinden hizmet etmelidir.

Son olarak, yaşadığımız ve yaşayacağımız büyük badireleri Milli Seferberlik şuuruyla saflarımızı sıklaştırarak, omuz omuza aramıza nifak sokmayarak atlatacağımıza inanalım. Unutulmasın ki Yeni Dünya Düzeninin insanlığa faydalı olabilecek bir şekilde kurulmasına tarihte Hak, Adalet ve Hakikat uğruna Dünya’ya nizam veren bizler başaracağız. Tüm İslam aleminin ve insanlığının kurtuluşu Anadolu topraklarında biz Türk vatandaşlarının etnik köken, mezhep, inanç ayrımı yapmadan Devletimizin arkasında sımsıkı durmasına bağlıdır.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version