Semi’n Hayatı

Gülay Alçe 57 Görüntüleme Yorum ekle
7 Dak. Okuma

Evde bebeler uyurken, annem bana ninni söylerken, yaşlılar koşar, hayvanlar oturur, yıldızlar yağmur gibi yağarken dünya uykuya dalmışken bir masal anlatılır. Bir varmış, bir yokmuş.

Çok uzak, denizin ötesinde, dağların ardında, geçilmez çölün karşısında bir diyarda yaşayan, bir kanadı mavi, diğer kanadı kahverengi olan bir halk yaşarmış. Mavi kanadı deniz, kahverengi kanadı ise toprak onlara vermiş. Bu yüzden onlar hem denize hem de toprağa saygı duyarlarmış. Onlar pek uyku nedir bilmez, sabah akşam çalışırlarmış. Bu güzel diyarda yemyeşil ovalar, her çeşit meyve ağacı, ince taş döşemeli yollar ve sıra sıra dizili evler varmış. Bu insanlar her işlerini uçarak yapar, ayaklarını pek kullanmazlarmış. Denizden balık avlamak için kanatlarını suya daldırıp balık yakalarlarmış. Günleri böyle geçermiş.

Yine bir gün, genç delikanlılar denize balık yakalamaya gitmişler. Aralarında şakalaşarak, “Hadi bakalım, bugün kim en büyük balığı yakalayacak?” demişler ve hepsi tek tek suya dalmışlar. O kadar bu oyunu ciddiye almışlar ki daha yükseğe uçar, sonra denize doğru hızlıca dalarlarmış. Derken, içlerinden biri, “Semi, Semi!” diye bağırmaya ve etrafta uçup onu aramaya başlamış. Herkes sağa sola bakmış ama içlerinde Semi yokmuş. Derken biri denizi göstererek, “Bakın, işte orada, suyun içinde,” diye bağırmış. Hepsi yakaladıkları balıkları denize fırlatıp Semi’yi denizden çıkarmışlar. Semi baygındı. Onu hemen bilge dedikleri ihtiyara götürmüşler. İhtiyar, doğadan topladığı yeşillikleri bir harmanda dövüp birazını Semi’ye içirmiş, diğer yarısını da yarasına sürmüş. Herkes endişeyle Semi’nin uyanmasını bekliyormuş. Geçen birkaç günün ardından genç delikanlı gözlerini yavaş yavaş açmış ve, “Bana ne oldu?” diye sormuş. İhtiyarlardan biri olanı biteni anlatmış; “Yaran çok ağır,” demiş. Semi, sürülen merhemden acıyı hissetmemiş olacak ki, “Ne yarası?” diye sormuş. İhtiyar bir şey diyememiş, başını eğmiş. Odada soracağı başka kimse olmadığı için Semi yataktan kalkmak istemiş ama dengesini kaybedip yere düşmüş. Sol kolunun üzerine düşünce şiddetli bir ağrı hissetmiş. Sesi çıkana kadar bağırmış. Başını çevirip koluna bakınca, “Kanadım yok!” diye feryat etmeye başlamış. Sağ kanadı yerinde ama sol kanadı denizde çarptığı bir kayada kırılıp denizin dibine batmış. İhtiyar, kolundan tutarak onu yatağa oturtmuş; o da şaşkınmış, çünkü şimdiye kadar böyle bir şey görmemişler. “Bir çare bulmalıyız,” demiş Semi. İhtiyar, “Bir düşünelim, bir istişare edelim,” deyip çıkmış odadan.

Semi, ayaklarını yürümek için pek kullanmamıştı bu güne kadar, ayakta durabilmek çok zordu. Bir kanadı olduğu için pek dengede duramıyordu. İhtiyarlar aralarında konuşup anlaşmışlar ve kararı açıklamak için kasabadaki herkesi meydana toplamışlar. Semi hariç herkes uçarak meydana gelmiş. İhtiyarların en bilgesi söze başlamış: “Ey bu diyarın, bir kanadında denizin, diğer bir kanadında toprağın bereketini taşıyan halkım. Bu yaşıma kadar ben de görmedim kırılan bir kanat. Aramızda istişare ettik, denize ve toprağa sorduk ve cevabını aldık. Denizin aldığı kanat, denize aittir. Lakin şimdi toprak da diğer kanadı istiyor. Bu yüzden sen, Semi evladım, yedi gün ve gece toprağın üzerinde yatarak toprağın diğer kanadını almasını bekleyeceksin. Kanadın gidince, sen artık insan olacaksın ve bu diyarda yerin olmayacak. Sen insanların diyarına gidecek, orada yaşayacaksın,” demiş. Bunu duyan hem Semi hem de diğerleri ağlamaya başlamış.

“Başka çare yok mu?” diye ağlayarak sormuş Semi. “Ne yazık ki yok, evladım. Bu akşamdan itibaren yatacak ve toprağın kanadını almasını bekleyeceksin,” demiş ve oradan ayrılmışlar.

Semi, başka çaresi olmadığını anlayarak yere uzanmış, yıldızlara bakarak; “Ben insanların arasında nasıl yaşayacağım?” diye düşünmüş ve neredeyse yedi gün, yedi gece hep ağlamış. Yedinci günün sonunda, toprak Semi’nin kanadını içine çekmiş. Semi’nin şimdi insan gibi iki kolu ve iki bacağı varmış. Bu süreçte arkadaşları onu yalnız bırakmamış. Semi, düşe kalka ayağa kalkmış. Gelen ihtiyar bilge, “Semi, bugün aramızdan sonsuza kadar ayrılacaksın. Sen bizim evladımız, arkadaşımız oldun. Gideceğin yerlerde sakın bizden bahsetme. Sana ‘Sen kimsin?’ diye sorduklarında; ‘Bu dünyada evini arayan bir yolcuyum,’ de geç,” demiş ve Semi’yi kollarına alarak uçmaya başlamış. Arkadaşları diyarın sınırlarına kadar onlara eşlik etmişler. Uzaklaşana kadar arkalarından bakıp ağlamışlar. İhtiyar, Semi’yi geçilmez denen çölden geçirerek insanların yaşadığı bir kasabaya bırakmış ve kimseye gözükmeden diyarına geri dönmüş.

Semi, kasabaya varmış. Bir pazar kurulmuş, herkes malını orada satıyormuş. Semi, bir köşeye çekilip etrafı ve insanları izlemiş; insanların onlardan bir farkı olmadığını anlayınca bir hana girmiş. Han doluymuş; hancının ise bir ayağı aksıyormuş, işini zar zor yapıyormuş. Semi, hancıya yaklaşarak; “Baba, yardım etmemi ister misin?” diye sormuş. Hancı terini sildi; “Sana para vermem ama hizmetinin karşılığında yemek veririm,” demiş. Semi, paranın ne olduğunu bilmiyormuş ama yemek verileceğini duyunca kabul etmiş. Akşama kadar hancıyla çalışmışlar. Hancının ayağı aksar, ama aklı çok çalışırmış. Bütün gece Semi’yi izlerken, “Pek düzgün bir delikanlıya benziyor,” diye düşünmüş. Gece geç saatlerde handa kimse kalmayınca, hancı Semi’nin yanına yaklaşmış ve “Delikanlı, sen kimsin, burada ne arıyorsun?” diye sormuş. Semi, yaşlı bilgenin sözlerini hatırlayarak, “Bu dünyada evini arayan bir yolcuyum sadece,” demiş.

“Yani ne ailen, ne akrabaların, ne de arkadaşların, evin de mi yok?” diye hancı tekrar sormuş. Semi, “Yok,” demiş. Hancı, eli yüzü düzgün genç Semi’ye bakmış. “Benimle burada kalır mısın? Beni bu halimle kimse beğenmedi, evlenmedim, çocuğum da yok. Ben de kara kara düşünüyordum, ben ölünce bu han ne olacak, kimin eline geçecek diye geceleri uyku tutmuyordu. Sana işimi öğretirim. Sen de gençsin, hemen öğrenirsin. Ha! Ne dersin?” demiş, kolunu Semi’nin omuzuna atarak.

Semi, yaşlı bilgenin ona öğrettiği sözlerin hayatında ikinci bir şans getireceğini düşünmemişti. Hancının teklifini kabul etmiş ve birlikte hanı işletmeye başlamışlar. Birkaç sene sonra Semi, kasabadan bir kızla evlenmiş. Düğüne beni de davet ettiler. Ben, “Bu entari güzel, şu entari güzel,” derken düğün alayı kapımın önünden geçip gitti. Arkalarından koştum. Durdum, bir elma ağacının altında üç tane elma kopardım. Birini geline, diğerini Semi’ye, üçüncüsünü de sana, okuruma attım. Hadi, şimdi size afiyet olsun.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Gülay Alçe
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version