Gün ağarıp da güneş ışıkları penceresinden içeriye süzülünce, kalkma ve güne başlama vaktinin geldiği anlamına gelirdi onun için. “Haydi bakalım Esma, yeni güne gülümse,” der, çıkardı usulca yatağından. İsteksizce ama kararlı, yılgın ama umutlu ruh haliyle…
Dört kardeşin en büyüğü, evin geçimiyle birlikte genç yaşta dul kalmış hasta annesinin de tek umudu olan Esma! Günün rutini için kollarını sıvadı tatlı gülümsemesiyle bugünde. Saat dokuz gibi evden çıktı, kendisi gibi aynı atölyede sepet örme işiyle uğraşan komşu kızı Zeynep’i de önüne katarak yola koyuldular. Selimiye Camii’nin önünden geçerken, her sabah yaptığı gibi gözlerini bir anlığına sımsıkı kapattı ve içinden en büyük dileğini geçirerek duasını mırıldandı. Atölyeden içeri girdiğinde Sami Usta’yı kafasıyla selamlayarak yerine geçti ve çantasından mor yemenisini çıkararak gece gibi siyah, hırçın dalgalar gibi savrulmuş saçlarını toplayıp işine koyulverdi. Oturduğu yerden uzanıp bugün öreceği sepet için gerekli mısır, saz ve saman sapından oluşan birkaç demet malzemeyi eline alıp marifetli parmaklarının arasında dolaştırmaya başladı. Sanki attığı her düğümde ve ördüğü her sepette bir şeyler anlatır gibiydi Esma… Ürkek bir ceylana benzeyen bakışları işini itinayla yaparken bir şahin gibi keskin olurdu. İlkokuldan sonra öğrenimine devam etme şansını elde edemediği için bu işin tüm ayrıntılarını rahmetli babasından on yaşında hakkını vererek öğrenmiş ve bugünlere kadar severek yapmıştı. Geçmişi beş bin yıl öncesine, Eski Mısır’a kadar dayanan “sepet örücülüğü” sanatının yeni nesil temsilcisi bir sanatkâr gibiydi artık ustasının gözünde.
Hayalleri ve hayatın getirdiği gerçekler karşısında sadece umutlarına tutunuyor, göz nuru ve hızlı hızlı hareket eden kıvrak parmaklarıyla ördüğü sepetlerine adeta ruhundan bir şeyler katıyordu. Sepetlerini görenler, Esma’nın el işçiliğine hayran oluyor, özellikle onun yaptığı sepetler çok beğeniliyor ve sipariş ediliyordu. Bu durumdan en çok memnuniyet duyan da hiç şüphesiz patronu Niyazi Bey’di.
Edirne’nin tarih kokan ve otantik bir şehir olmasının yanı sıra, Selimiye Camii ve meşhur ciğeri sayesinde yaz kış demeden yerli ve yabancı turistlerin dolup taşması esnafın da yüzünü güldürürdü. Durum böyle olunca, sekiz kişilik sepet örme atölyesi de sipariş aldığı turistik dükkânlar sayesinde ayakta kalabilmişti yıllarca. Selimiye Camii’nin külliyesi altındaki Arasta Çarşısı’nın en eski esnaflarından olan Hüseyin Efendi’nin hediyelik eşyalar satan dükkânında, Esma’nın ördüğü cicili bicili sepetler her daim vitrinin en önünde yerini alırdı.
Bir sabah, turistleri getiren otobüs ile gelen bir turist kafilesindeki bayan, dükkânın önünde adeta kilitlenmiş vaziyette durmuş, hediyelik eşyalar içinde en çok ilgisini cezbeden el işçiliği bu sepetleri dikkatli gözlerle incelemeye koyulmuştu. Hüseyin Efendi, uzun zamandır bu kadar ilgiyle sepetleri inceleyen bir kişiye rastlamadığından, elindeki çay bardağını masasının üzerine bırakarak kadına nazikçe sokuldu: “Buyurun hanımefendi, size yardımcı olmamı ister misiniz?” Bu sesle irkilen kadın, sesin geldiği yöne doğru gülümseyerek kafasını çevirdi. Kadının gözlerinde, bahar sabahında düşen çiğ taneleri gibi narin duran, damlamaya hazır iki damla yaş, Hüseyin Efendi’nin daha fazla şaşırmasına neden olmuştu. Bu durumu anlayan kadın, dalgın ruh halinden sıyrılarak:
– Ben bu sepetleri yapan kişiyi çok merak ettim doğrusu! Size garip gelebilir ama bu sepetlerde sanki bir, hatta bir değil birçok hikâye gizli… diyerek kekeledi. Hüseyin Efendi, elini kır sakalında şöyle bir dolaştırdı ve burnunun ucundaki gözlüklerini düzelterek, vakti varsa bir çay ikramıyla sepetlerin hikâyesini anlatabileceğini söyledi. İçeri geçtiler ve tavşan kanı çayları eşliğinde sohbete başladılar. Güzide Hanım, İstanbul’dan öğrencileriyle birlikte Edirne’yi gezmeye gelmiş bir “Sanat Tarihi” öğretmeniydi. Kaybolmaya yüz tutmuş sanatlara ve bunu yaşatmaya çalışan insanlara karşı da oldukça duyarlıydı. Esma’nın hikâyesini dinleyince daha fazla duygulanmış ve onunla tanışmak için Hüseyin Efendi’den ricada bulunmuştu.
Öğleden sonra Esma’nın çalıştığı atölyeye gittiler. Güzide Hanım, kızı görür görmez diğer üç kız arasından Esma’nın hangisi olduğunu anlayıvermişti. İşiyle uğraşırken kendi içine dönen kız, yanına usulca yanaşan kadını fark edince gamzelerini ortaya çıkaran tatlı gülümsemesiyle selam verdi. Güzide Hanım, hiç lafı dolandırmaya gerek duymadan içinden geçenleri ve teklifini Esma’ya söyledi. En büyük isteği okumak ve yaptığı işi daha ileriye taşımak için dualar eden Esma’ya yardım elini uzatmıştı. Genç kız, bu şefkat dolu eli sımsıkı tuttu ve mutluluk gözyaşları içinde hayallerini gerçeğe dönüştüren kadına içtenlikle sarıldı.