15. YÜZYIL OSMANLI HEKİMLERİNDEN: ŞEREFETTİN SABUNCUOĞLU
Arapça kökenli olan “hekim” kelimesi “hâkim” kelimesi ile aynı kökenden gelmektedir. Tab-be kökünden türetilen ve maharetli olmak, hekimlik yapmak, tedavi etmek, ıslah etmek, sağlamlaştırmak anlamlarına gelmektedir. Osmanlı hekimleri, öncelikli olarak sağlıklı olmak için birtakım kuralları insanlara bildirerek sağlıklı yaşamı sağlamaya çalışmışlardır. Tüm alınan önlemlere rağmen hastalık gibi bir durum ortaya çıkıyorsa tedaviye başlıyorlardı. Osmanlı da serbest çalışan hekimlerin uyması gereken ahlak kurallarının düzenlendiği fütüvvet namelerde, hekimin taşıması gereken ahlaki hususlar şu şekilde sıralanmıştır; İffet, tövbe, cömertlik, şecaat (yüreklilik), tevazu, güvenilirlik, bilgelik, doğruluk, hidayet, adalet ve vefa sahibi olmaları gerekiyordu. Özellikle hekimlerin hikmet sahibi olması ilkesi, diğer tüm ilkeleri de içine alması bakımından önemli yer tutmaktadır. Hikmet sahibi olmak, ruhun belli bir olgunluğa ulaşmasıyla mümkündür. Dönemin hekimleri hastanın mizacına göre de uygun tedavi kullanmaktadırlar. Dolayısıyla humoral tıp temelinde takip etmesi ve insanı, kâinat ile bir denge içinde addedip tedaviyi bu dengenin tekrar edilmesi şeklinde görmesi beklenmiştir. Hekimin temelde ulvi bir vazifesi vardır. Allah’ın kulları olan bütün insanlara deva aramaktır. Ana hedefin bu şekilde ifade edilmesi, hekimin mesleğine kendisi ve halk tarafından yüksek değer atfedilmesi sonucu doğmuştur. Ana hedef ise din, dil, ırk, zengin, fakir ayrımı yapmaksızın tüm insanlara faydalı olmaktır. Osmanlı’da sivil ve askeri hekimler ayrılığı mevcuttu. Askeri hekimler, askeri birliklerde görev yaparlarken sivil hekimler toplumun asker dışında olan kesimine hizmet sağlamaktadırlar. Hekimler büyük-küçük demeden herkesin halini hatırını sorar ve küçük şeyleri bile ihmal etmezler ifadelerde hastaların ihmal edilmemesi gerektiğinin vurgulanması yanı sıra dikkatli ve düzenli hasta takibinin teşhis ve tedavinin önemi vurgulanmaktadır. Hekimler hastaların seyrini gözetirler, meşhur alametlerini tetkik eder, belirtileri yoklar dururlar, hastalığın teşhis ve tedavisine ışık tutacak olan hastalık belirtilerinin gözden kaçırılmaması başlıca görevlerden biri olarak vurgulanır. Süleymaniye Vakfiyesinde tabibin a’raz-ı emrazi çok iyi tanıması, hastalık sebepleri ve belirtileri hususunda çok bilgili olması istenmektedir.
ŞEREFETTİN SABUNCUOĞLU KİMDİR?
Türk tıbbına önemli eserler kazandıran Fatih Sultan Mehmet döneminin en önemli hekim ve cerrahlarındandır. 1386 yılında Amasya’da doğan Sabuncuoğlu, “Cerrahiyetü’l Haniye” isimli eseri ile diğer hekimler arasında önemli bir yer tutmuş ve dünya tıp tarihine de geçmiştir. Şerefettin Sabuncuoğlu, diğer hekimlerden farklı olarak cerrahi ile de ilgilenmiştir. O dönemde ki hekimler, cerrahi tedavinin gerekli olduğu durumlarda dahi, hayati tehlikenin fazla olması nedeni ile cerrahi tedavi yerine ilaç tedavisini tercih etmişlerdir. Bugün Amasya’da hacı İlyas denilen bir mahallede adı yaşayan ünlü bir hekim ailesine mensup olup Çelebi Sultan Mehmed’in hekimbaşısı Sabuncuoğlu Mevlânâ el-Hâcı İlyas Çelebi Bey’in torunu olduğu bilinmektedir. Dedesi Sabuncuoğlu Hacı İlyas Çelebi ve babası Ali Çelebi de hekimbaşılık yapmış kişilerdir. Sabuncuoğlu ailesinde Şerefeddin ve dedesinden başka hekimlerde bulunmaktadır. Bu şahıslardan başka Hekim İsa olarak bilinen ve Miladi 1426 yılında ölen Hekim Lütfullah da Sabuncuoğlu ailesinin üyesidir. Sabuncuoğlu Şerefeddin’den sonra hekim olarak önemli görevlerde bulunan aile üyesi de vardır. Yavuz Sultan Selim’in İran’a kaçan oğlu Şehzade Murat’ı İran’da tedavi eden hekim Sabuncuoğlu İbrahim bunlardan birisidir. Sabuncuoğlu Şerefeddin, Amasya’daki Bimarhane’de Burhaneddin Ahmed’ten tıp eğitimi aldıktan sonra 17 yaşında hekimlik yapmaya başlamıştır. Sabuncuoğlu Şerefeddin 14 yıl boyunca da Bimarhane’de çalışmalarını sürdürmüştür. Candaroğlu İsfendiyar Bey zamanında bir süre Kastamonu’da bulunmuştur. Cerrâhiyye-i İlhâniyye’yi yazdığında İstanbul’a giderek kitabını Fâtih Sultan Mehmed’e sunmuş, dönüşünde de Bolu, Gerede ve Tosya’ya uğramıştır. Osmanlı bilim dünyasında yeterince tanınmayan Sabuncuğlu’nun adına ilk defa cerrah İbrâhim b. Abdullah’ın tarihli Alâim-i Cerrâhîn adlı eserinde rastlanmaktadır. İbrâhim b. Abdullah, burada onun adını vererek Mücerrebnâme’den aldığı kadın hastalıklarında kullanılan bir süpozituvarın formülünü açıklamaktadır. Sabuncuoğlu’nun öğrencilerinden Gıyâs b. Muhammed İsfahânî de II. Bayezid’e ithaf ettiği Mir’âtü’s-sıhha adlı kitabında hocasının tıptaki başarılarını överek onu örnek aldığını belirtmiştir. Amasya’da yaşamış olması ve eserlerini o günün bilim dili olan Arapça yerine Türkçe yazması Sabuncuoğlu’nun yeteri kadar tanınmamasına sebep oluştur. Sabuncuoğlu Şerefeddin’nin önemli özelliklerinden birisi de deneylerdir. Çeşitli hayvanlar üzerinde yaparak bilimsel sonuçlar elde etmiştir. Bazı deneyleri kendi üzerinde de yapmış ve bu deneyimlerini de kaleme almıştır. Örneğin bir panzehirin etkisini denemek için önce o panzehiri içmiş, ardından kendini bir yılana ısırtmıştır. Kendi deyimiyle, “Ne parmağı şişmiş ne de vücudunda bir belirti gözlenmiştir.” İlaç tedavisinde Sabuncuoğlu, göz ilaçlarını Mücerrebname adlı eserinde ayrıntılı olarak yazmaktadır. Bunları sürme, toz ve basit ilaçlar diye ayırarak anlatmıştır. Bunları kirpik dökülmesi, gözün ağrısı, yaşarması, kaşıntı ve kızarması, gözde et, sebel için tavsiyelerde bulunmaktadır. Eserlerinde, gözün fizyolojisine ve anatomisine de değinmiştir. Mücerrebname, ilaçları kullanış şekline göre 17 başlık altında sınıflandırarak ve hangi durumlarda nasıl kullanılacağını belirtmiştir. Türk tıbbının deneysel ilk tıp kitabı olduğu bilinmektedir. Şerafettin Sabuncuoğlu, 1470 yılında 85 yaşında Amasya’da vefat etmiştir. Darüşşifa’daki üstün çalışmaları ve yazdığı eserlerde hayranlık uyandıran bilim adamı olarak hala günümüzde de yaşatılmaktadır.
Kaynakça:
- Şifahaneden Hastaneye: Sağlık Kuruluşlarının Değişimine Genel Bir Bakış / Haluk Songur. Tuba Saygın
- Şerefettin Sabuncuoğlu’nun Cerahiyet-ül Haniye Kitabında Göz Hastalıkları Konuları / H. Kadircan Keskinbora