Sadece seslerini duyduğumuz insanlar vardır. Bazen sokaktan geçen herhangi biri, hiç yüzünü görmediğimiz ama sesiyle var olan bir komşu, telefonun ucundaki sesler. Hepimizin böyle sesleri vardır aşina olduğumuz.
Hiç görmesek de bazı insanlar sesleriyle var olurlar hayatlarımızda. Birinin sesinden ruh durumunu anlayabilir misiniz diye sorsam sizlere, cevabınız ne olurdu? Eğer karşımdaki insan ruh durumunu saklamak için aşırı bir çaba sarf etmiyorsa, ben anlarım. Hem de hemen anlarım. Örneğin; oğlumun, eşimin, ya da yakın bir arkadaşımın bir “alo” deyişinden bile anlarım o günkü durumunu. O ses tonu, bana yüzünü bile gösterir neredeyse. Konuşmasına gerek yoktur. Anlarız biz birbirimizi. Aslında o sesin bir rengi vardır. Sakin ve huzur veren, hırçın ve dalgalı, huzursuz ve mutsuz gibi… Binlerce renk, sadece seslerin tınıları arasına saklanmış öylece anlaşılmayı beklerler. Bir tek kelimede bunlar nasıl anlaşılır derseniz, karşımızdaki kişiyle kurduğumuz bağ bunu sağlar bizlere.
Bir çağrı merkezindeki gençtir o gün bizi arayan, bin derdi olabilir ama hep neşeli bir sesle konuşması istenmektedir. Oysa bağırmak bile geçebilir içinden, yutkunur ve yapamaz. Fırtınalar kopuyordur belki içinde, evinde hasta bir annesi, ödenmesi gereken borçları, sevimsiz bir patronu, bırakıp giden sevgilisi ve bunun gibi pek çok gerekçesi de olabilir… Tüm bunları bir kenara bırakıp, tıpkı kendisine bu işin eğitimi verilirken öğretildiği gibi, maskesini takınıp seninle iletişim kuruyordur. Karşımızdaki seslerden ibaret çalışanların sorunlarına hiç aldırmadan belki de böyle bir gününde bizde karşımızdaki sese yapmadığımızı bırakmayız. Hırçın, huysuz ve sevimsiz bir şekilde onu bu zor gününde daha da zorlarız. Yapmaz mıyız? Yaparız, bence, hem de sık sık…
Radyo tiyatrolarını dinler misiniz bilmem, ben çok severim ve dinlerim. Oradaki muhteşem seslerin yüzlerini bilmesem de rollerinin hakkını nasıl da verdiklerini düşünürüm. Muazzam sesler, müthiş yetenekler… Sadece konuşarak nasıl da anlatırlar bize olanı biteni. Radyo tiyatrosu ve ses sanatçılarının görünmezlikleriyle büyülerler biraz da bizleri. Sadece sesleriyle dünyalar kuran o sanatçıların sahne arkasında nasıl bir hayatları olduğunu hiç bilmeyiz. Bu, onların gizemini gözümüzde daha da büyütebilir. Tıpkı bir çağrı merkezi çalışanı gibi, kendi kimliklerinden sıyrılarak ve dertlerini, tasalarını bir kenara bırakarak büründükleri kişiliğin hakkını vermeye çalışırlar. Eski bir anım geliverdi aklıma. Ses deyince; o, ülkenin en etkileyici sesli radyo sanatçılarından biriydi. Hiç sahnede görmemiştim ama sesini nerede olsa tanırdım. İyi bir oyuncuydu. Belki “iyi” demek yetmez, “muhteşem bir oyuncuydu” diye nitelemek daha doğru olabilir. Çok yıllar önce, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlu bir günde, erkek arkadaşımla, Taksim Gezi’den geçerek okula doğru yürüyorduk. Yan taraftaki banklardan bir ses duydum, banktan kalkmış ve yanındaki kediye sesleniyordu. “Sarman, neredesin?” Üzerinde eski püskü giysilerle, bankta doğrulmaya çalışan adam, sadece bu iki kelimeyi söylemişti. Sesini duyduğum anda “Ben bu sesi tanıyorum, hem de çok iyi tanıyorum… Bu çok ünlü bir tiyatro sanatçısı” diye düşünmüştüm. Evet, O’ydu. Müthiş sanatçı, burada, bankta… Pek çok şeyi yitirmiş bir insan olarak. Belki kendisini tanıdığımızı fark ederse üzülür diye düşünmüş, onu o yağmurda, bankında ve kedisiyle bırakarak sessizce oradan uzaklaşmıştık. Kedisine seslenen o unutulmaz ses, uzun zaman kulaklarımda çınlayıp durmuştu.
Ses güzelliği, gerçekten Allah vergisi bir şey. Bazı insanların sesleri öyle rahatsız eder ki kulaklarımızı, “ah keşke sussa artık ve hiç konuşmasa…” dersiniz. Melodi gibi konuşmanızı sağlayan bir sese sahipseniz, bence hayata bir adım önde başlıyorsunuz demektir. Bir konuşma yapmak için ne kadar dikkat ederseniz edin, giysileriniz, kelimeleriniz, konuşma şekliniz ne kadar güzel olursa olsun, ses güzelliği, bu şıklığı tamamlayan bir elmas broş gibidir. Siz konuşana kadar kimse bu broşu ve sizin görünmez şıklığınızı fark etmez. O nedenle etkili konuşmacı veya sanatçılar o güzel ses tonlarıyla hatırda kalırlar. Seslerden asıl beklentimiz ve duymak istediğimiz asıl melodi, belki de o sesin kişinin iç dünyasına ilişkin ipuçlarını bize fısıldamasıdır.
Seslere âşık da olabiliriz, seslerden nefret de edebiliriz ama hiç düşünmediğimiz bir şey, sesin arkasındaki hikâyenin ne olduğudur. Sesleri ruhumuzla algılarız ama gözle göremeyiz, kimisi kum taneleri gibi sakin, kimisi de hırçın kayalara çarpan dalgalar gibi yankılanır. Onlar, bazen geçmişten bir anıyı yakalar ve suyun yüzüne çıkarır, bazen geleceğe dair bir umut getirirler. Çünkü sesler, belki de bizim şiirlerimizi yazarlar hiç durmadan…