Deniz yüzeyini dolduran martılar, her biri mavi boğaz şarkısını söyler gemilere, beyaz işlemeli köşklere, kıyıya vuran balıklara.
“SESSİZ KÖŞK’’
Denizin suyunu, köpürterek üzerinden geçen gemilerin telaşını bir çay demleyip izliyor tahta sandalyesine oturmuş Hasan Bey. Yüzündeki deniz dalgalarını andıran kırışıklıkları, şişmiş göz kapaklarının altına gizlenmiş kahve çekirdeği gözlerinin yorgunluğunu atmaya çalışıyormuş gibi ovuşturuyor avuçlarıyla. Ayaklarını da yanında duran diğer tahta sandalyeye uzatarak daha da yerleşiyor. Kendisi gibi yaşlı olan köşkünün bahçesinde rüzgâr dans ederek estiriyor palmiye ağaçlarının yapraklarını. Sessiz duruşuyla yudumlarken çayını, purosunu da titrek elleriyle alıyor dudaklarının arasına. Ciğerleri sökülecekmiş gibi öksürse de sağlığı için hiç endişe etmiyor. Koyudan açığa giden gri dumanını estiriyor etrafa. Yan komşusu olan Şule Hanım yine camdan izliyor onu, eski dostluklarını anımsayıp yine göz yaşlarını döküyor camın ardından.
Hasan Bey’in huysuz olmadığı zamanları geliyor birden aklına. Hasan Bey’le Şule Hanım okul çağlarında tanışmış her an yan yana olan dostlukları kurulmuş o günden beri. Bağlarının hiç kopmayacağına yürekten inansalar da kader onları başka diyarlarda filizlendireceği için çoktan ekmiş tohumlarını onlardan habersiz. Dostluklarına hiç ihanet etmeden su gibi temiz yürütmüşler yıllarca. Gençliğinin baharında en güzel, en güneşli çağlarında âşık olmuş Şule Hanım yaşıtı olan bir gence. Gözü hiçbir şey görmemeye başlamış o aşkın tılsımından sonra. Büyülenmişçesine yitirmiş aklını ve ani bir karar verip uzaklara göç etmiş. Hasan ve Şule’nin on yıllık arkadaşlığı burada yarım kesilen limon gibi bir daha birleşmesi mümkün olmayacak şekilde kesilmiş. Şule, aşkın cehennem ateşi gibi sıcağında ısınırken, Hasan o ateşte yanan odun gibi küle dönmeye başlamış. Şule sevdiği adamla evleneceği için okulunu bırakmış, Hasan, Şule gittiği için okulu bırakmış. Bir bırakılmışlıktan sonra bütün hayatını bırakmaya başlayan Hasan o günden beridir kimseyle arkadaşlık kurmamış ve hayatına kimseyi almamış, hep yalnız yaşamayı tercih etmiş. Herkes Hasan’ın, Şule’ye âşık olduğunu konuşsa da Hasan böyle bir şeyi dilinin ucuna bile getirmediği için dedikodudan ileriye gidememiş. Hayat onları dört bir yana savursa da yıllar sonra ruhlarının birbirinden hiç kopmadığı arkadaşlıklarını yine birleştirmişti kader.
Hasan Bey’in aldığı köşkün yanındaki beyaz taşlı köşke taşındı aylar önce Şule. Lakin Hasan Bey onu hiç tanımıyormuş gibi yüzüne dahi bakmıyordu. Sanki hiç okula giderken yolda onunla saçmalamamışlar gibi, sanki hiç sarılmamışlar, hiç ağlamamışlar gibi. Lunaparkta çarpışan arabalara beraber binmemiş, hiç anı biriktirmemiş gibi yabancıydı ona. Şule yıllardır dostluklarını içinde yaşatmış, ona mektuplar yazmış satırlarca. Ama tek bir cevap dahi yazmamış Hasan Bey ona. Şimdi iki yabancı gibi aylardır komşuluklarını sürdürüyor olsalar da bilinmez bir güç aralarında konuşuyormuş, iletişim kuruyormuş gibi anlıyorlardı birbirlerini. Bu sabah da diğer sabahlar gibi saatleri kovalarken, Hasan Bey boş bakış atarak izlediği gemileri, insanları, uzaktaki evlerin çatılarından gözlerini ayırarak kapatıyor yavaşça gözlerini. Sonsuzluğun yolcularını uğurladığı bu zamanda şimdi de Hasan bırakmıştı çocukluk aşkı olan Şule’sini.
Şiddetle tavsiye edeceğim bir kitap çok güzel çok beğendim yeni kitabınızı heyecanla bekliyorum.