Sevda

52 Görüntüleme
3 Dak. Okuma

Ömür, narin bir çiçek gibi hoyrat rüzgârlarımızla savurduğumuz. Kulaklarımızı kendimize sağır ettik, kuşların neşeli cıvıltılarını duyamaz olduk. Henüz toprağa girmeden gözlerimizi yumduk dünyaya; göğün mavisini bile göremez olduk. Yaşanası hayatlarımızı, yaşayamadığımız sevinçlerle tükettik. Hunharca harcadık her dakikamızı, sanki hiç sonu yokmuş gibi! Dönüp de ardımızda kalan hayatlarımıza bakmadık; “Seni nerede ziyan ettim?” demedik. Ve sadece kendimize ağladık! Ağlamaya değer olan sırf bizmişiz gibi.

Bencil ruhlarımıza bir öğretemedik dünyanın sadece bize ait olmadığını ve sadece bizim için var olmadığını. Oysa kuşlar vardı uçan ve sevgi kokulu çiçekler… Gözümüzün alabildiğine görebileceğimiz bir deniz ve ucu bucağı olmayan bir gökyüzü. Hayata galip başlayan bizler, yenilgilerle doldurduk ömrümüzü. Hırçınca parçaladığımız hayatlarımızda sevdaya, tatlı bir gülümsemeyle göz süzemedik. Hiç acımadan kırdık hayat ağacımızın en taze dallarını.

Bir çocuğun açlıktan ağlamasına göz yumduğumuzda öldürdük insanlığımızı. Bir yaşlının gözü kapıda evladını beklemesinde yitirdik çocukluğumuzu. Hayatı yeneyim derken, ömürlerimize yenildik. Oysa son bir güçle sarılmalıydık bizim olana! Her birimize hediye edilmiş olan ömrümüzün her saniyesine öyle sıkı sarılmalıydık ki yalnızlığımızın kemikleri kırılmalıydı.

Vazgeçişlerle ahını aldık elimizden kayıp giden zamanın. Her vazgeçişin bizlerden bir parça eksilttiğini fark edemedik. Hayatın içinde koşturduğumuzu zannettiğimiz her yanılgımızla aslında yerimizde saydığımızı göremedik. Konuşurken sustuğumuzu bilemedik ve gülerken ağladığımızı… Baktığımız halde göremediğimizi ve duyduklarımızı anlamadığımızı…

Bizler hayatla bir savaşa girdik, sulh içinde yaşamak varken. İnsanlara acımasızca kılıç çektiğimiz ellerimizde, onlara uzattığımız çiçekler olmalıydı. Bir uğur böceğinin kanatlarında havalanmalıydı gökyüzüne umutlarımız. Bizlerden gülüşlerimizi çalabilmeleri için izin vermemeliydik kimseye. Yakasına yapışmalıydık her anımızın; kopup bizden gitmesin diye!

Seslerin içindeki sessizliği algılayabilmeliydi kulaklarımız. Ayakkabılarımızla değil de çıplak ayaklarımızla basmalıydık toprağa… Ve gözümüzü yeşile dikmeliydik, ruhlarımız kuruduğu yerden yeşillenebilsin diye! Zulme sıkı sıkıya kapattığımız dudaklarımızı ayırarak birbirinden; “Durun artık!” diyerek yükseltmeliydik seslerimizi.

Bir kediyi sevmeliydik mesela! Mırlamasında bulmalıydık huzuru. Kaplumbağanın ağır ve emin adımlarını örnek almalıydık kendimize. Kaçarak, kaçmayanların yenilmesine sebep olmamalıydık. Ensesinden tutup hayatı; “Sen benimsin, boş yere geçemezsin!” demeliydik. Bir ağacın dalındaki meyveden tatmalıydı dilimiz, duyduğumuz sözlerin acısını değil! Sevgiyi, ruhlarımızı temizlemek için saklamalıydık göğsümüzde.

Yarınlarımızı düşünürken unuttuk bugünlerimizi; yarınımız var mı bilmeden. Hayal kurmayı unuttuk mesela. Gerçeklerin bataklığına saplanıp kaldık. Alınan nefesin her canlıya özel farklılığını neden anlayamadık? Bir balık denizde can bulur ve bir yaprak, dalında sallandığı ağacın köklerinde. İnsan ise aldığı nefesle değil de sevgiyle can bulur.

Güzele değil de güzel bakmalıydı gözler. Çirkinliğin sadece ruhlarda olabileceğini bilmeliydi. Bulutlara şekiller yüklemeliydik, kasvet değil! Dudaklarımızdan dökülen nefret dolu söylemler olmamalıydı. Şiir olmalıydı mesela zarif edasıyla süzülen. “Aşk! Aşk!” diye haykırmalıydı bütün evren. Bir karganın ömrünün uzunluğu, sevgimizde olmalıydı.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version