Salihli’mizin tarihi caddesi, eski şehrimizin iki büyük yerleşim yeri olan İstasyon ile Kırveli’yi birbirine bağlamıştı. Bataklıktan kurtulması için çevresine çam ve çınar ağaçları dikilmişti. Zaman caddenin iki yakasını da çok geliştirmişti. Şehrimizin merkezi oldu. Mithat Paşa ismi de Sevgi Yolu olarak değişti. Geniş kaldırımlarıyla ve araçlara kapalı olmasıyla hoş bir alan olarak hizmet vermekteydi. Bu gün biraz karmaşık bir görünümü olsa da ismini ve eski halini arasa da ayakta kalmayı başardı.
Sevgi yolu, ismine yakışan bir günü yaşamaktaydı. Caddeyi yeryüzünün en güzel varlıkları olan çiçekler doldurmuştu. Satıcıların dillerinden bal damlıyordu. Bir günlüğüne de olsa şehrin, caddenin ve insanların yüzü gülmekteydi. Bu gün sevgi günüydü. Aşk günüydü, gönül günüydü. Bu gün şehir ve insanlar tarif edilemeyecek kadar çok olan renkleriyle gönüllerinin gök kuşağı altında yaşamaktaydılar.
İnsana var olduğunu hatırlatan bu muhteşem duygunun anavatanı yüreklerdi. Orada yeşerir dal budak olur. Sabır ister, mütevazidir, kaba davranmaz, asildir, öfkelenmez, umutla yaşar, adaletlidir ve dayanaklıdır. Uğruna hayata veda edenler ve savaşanlar da oldu, sevgilisi uğruna tahtından olanlar da vardı harika sanatlar ve eserler bırakanlarda oldu. Babil kralı Nabukadnazar çok sevdiği eşi için dünyanın yedi harikasından biri olan Babil’in asma bahçelerini yaptırdı. Babür’lü Cihan Şah unutamadığı Begüm han için aşkını ölümsüzleştirdiği Taç Mahal’i armağan etti dünya insanlığına.
Sevgililerin yüzleri cam gibidir. Dudaklarının kıvrımlarındaki zarif tebessümleri her zaman gideceği yerlere ulaşır. Nemli gözlerinin bakışları duygulu ve anlam dolu olarak derinlerden gelir. Gönül kapıları sonuna kadar açıktır. Tutkuya esir olmuş yürekleri yağmaya hazırlanan bulutlar gibidir.
Seven insanlar ve sevgililer her zaman mutlu olurlar mı? Bal kadar tatlı sevginin içine bazen gizlenmiş bir zehir olabilir mi? Tolstoy’un Anna Karanina’sı çok güzeldi. Güzel olmasının nasıl acılar yaşatacağının farkında değildi. Bir tren istasyonunda yaşadıklarından dolayı mutsuz ve pişmandı. Sevgiyi, aşkı, sevgili olmayı bilememişti. Bir anda vagonların altında cansız bedeni uzanıp kalmıştı. Gustav Flaubert’n Emma Bavori’si yaşadığı aşklardan sonra artık yapa yalnızdı. Arsenik içerek ölüm yolculuğuna çıktığında kendisini gerçekten sevenin kocası olduğunu anlamıştı ancak çok geç kalmıştı.
Yolları bir şekilde kesişen insanların kaderleri karşılarına aşk olarak çıkıyordu. Hayatları kökten ve derinden değişiyordu. Kimilerinin yürekleri heyecandan patlayacak kadar çarpardı, gözleri donup kalırdı, bazen de dili tutulurdu. Kimileri sevgilerini birleştirir ömürleri boyunca kimileri de birbirlerine yabancı kalarak. Sevgililer gününde aşkları, sevdaları ve sevdalıları yaşadıklarını ve hayatlarını eleştirme hakkımız olamaz. Nazım’ın dediği gibi; ‘‘Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da. Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Bütün mesele Tahir’le Zühre olabilmekte, yani yürekte.’’
Sevgiler ve aşklar ne güzel duygulardır. Hakkını verenlere saygı duymalıyız ve onlara sözümüz olamaz. Bu güzel ve asil duyguları doğru yaşayamayanlara Tuncel Kurtis sitem ediyor.
“Eskiden,
Halı tezgahında dokunurdu aşklar,
Nakış nakış, körpe kız ellerinde.
Mendillere yazılırdı isimler,
Yüreklere kazılırdı gizlice.
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar, kavgalar iki kişilik.
Oysa şimdi;
Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
Meşru sevdalardan,
Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
Günahkar gecelerden.
Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır,
Yüzüm yüzümden utanır.”
(Serkan Uçar)
İnsanlara, insanlığa sevgi dolu günler…