Kimse farkında olmaz şeytanın oyuncağı olduğunun. Yavaş yavaş çeker kendine fark ettirmeden, aşama aşama. Eğer bir anda çekse karşısındakinin de büyük tepkiler vereceğini bilir. Kimler şeytanın oyuncağı bu bizim haddimize değildir; fakat bazı insanlardaki sirayetini öyle bir yansıtır ki, az çok hissedebilirsiniz. Bu bir seçim özgürlüğüdür. Fakat her seçimin bedelini çevresindeki diğer insanlar da çeker. Ama en çok da kendisi yaşar bu durumun vahametini.
Bazı insanlar ömrü boyunca fark edemez ne kadar zor durumda olduğunu. Ruhunun derinliklerinden gelen sürekli boğazını sıkıyormuş gibi hissettiren o çığlığı susturabilmek için durmaksızın yeni meşgaleler ile meşgul olur. Bu bazen gece gündüz demeden çalışma hırsı olur, bazen de her türlü başka meşguliyetler olabilir. Önemli olan ruhun sesini duymamak için elinden gelen her şeyi yapabilmektir. İçlerindeki bu çığlığı susturmaya çalışanlar bir gün bir anda tamir olmayıp her tarafı geçici sarılan musluk gibi patlarlar. Bu zaman zaman bir buhran ve dibe çöküş, bazen de bedensel bir hastalık şeklinde sirayet eder. Hiçbir zaman musluğu tamamen söküp problemin derinlerine gidip anlamaya çalışmadıkları için yaşamlarını dışarıdan canlı görünen kökü çürümüş bir bitki gibi yaşamaya devam ederler. Ne kadar da acı bir durum değil mi? Allah her an kulunun kendine dönmesi için ya başka insanları vesile kılar yada bazı olaylar ile imtihan eder. İnsanlar evlatları tarafından ne yaşarsa yaşasın dilleri onlara kötü laflar söylese de kalplerinin derinliklerinden söküp atamazlar ya hiç bir zaman. Halbuki Allah, insanlara kendi merhametinin sadece bir nebzesini bahsetmiştir ki, ondaki merhametin büyüklüğünü tahmin etmek bile mümkün değildir. Ne yaşarsak yaşayalım ne kadar çok kendimize ve çevremizdekilere zarar versek de o hiç bir zaman bu insan şeytanın oyuncağı oldu diye kulundan son nefesine kadar asla vazgeçmez. Maalesef ki insan kendinden vazgeçer. Yaşadığı olaylardan ders çıkarmak yerine isyan batağında sürüklenmeye devam eder. “Bunlar hep benim başıma geliyor. Dünyanın en şanssız insanı benim” le başlayıp süre giden isyan, isyan, isyan.
Yanlış bir durumda olduğunu fark edenler sizce şanslı olanlar mı yada düzelmek için farkındalıklarını arttırıp, bir üst frekansa çıkabilmek için mücadele edenler mi? Anlaşılabileceği gibi şanslı olmak diye bir kavram yoktur. Yaşanılan her şey daha önce gösterilen çabaların ve iyiliklerin ürünüdür.
Şeytana yaklaşmak; Allah’tan her gün azar azar uzaklaşmakla olur. Ona bir adım gidene o bin adım daha yaklaşır. Uzaklaşan dan da yavaş yavaş uzaklaşır. Onu bulan kendini bulmuş, onu kaybeden de kendini kaybetmiş olur. Oysa ki onun varlığını zikir etmek ruha da bedene de şifa verir. İsteyen, Allah’ın varlığını yaşadığı her an bir kuşun gökyüzünde süzülmesinde, kupkuru ağaçların yeşermesinde ve rengarenk çiçekler açıp meyveler vermesinde, masmavi gökyüzünde ve güneşin yansıması ile pırıl pırıl parlayan denizin sakin dalgalarında görmek isteyene sayılamayacak kadar çok şekilde kendini zuhur ettirir.
Benim bir duam var sizinle de paylaşayım:
“Allah’ım! Beni sensiz bırakma, sensizlikle sınama. Daima benimle ol.”
Yaşadığımız her olayda özümüze dönüp kaybettiğimiz benliğimizi tekrar kazanmak için mücadele edenlerden olmak dileğiyle; huzur, sevgi ve şükürle kalın.