Durum Öyküsü
Narin ve latif dokusuyla masum, siyahlığın da vermiş olduğu asil, gizleyen bir hudutla ipekler giyinmiş, zarafetin üzerinde gezindiği sabahlığı bütün vücudunun hatlarını sarıyor ve teninde akıyordu. Yine uyuyamamıştı, hissiz, elleriyle gözlerini ovuşturdu ve hülyalı, kanatlarıyla göğe doğru uçar gibi boşluğu okşadı ve direnerek de olsa ayağa kalktı, güneş odada bütün çıplaklığıyla sergileniyor adeta kendini sarhoş yakamozluğa adıyordu. Desen desen ziyalar işleniyordu halılarda ve billur akisle duvarlarda. Aksi bütün benliğini sarıyordu onun. Belirsiz bir sıcaklık ruhunu kavuruyordu. Sıcağı severdi ama zerrelerine bu kadar nüfuz etmesi yordu ruhunu. Oysa şuleler, bugün, bütün inadıyla ruhunun damarlarında feveran ediyor, kural yıkıyor, onunla cilveleşiyorlardı.
Ayak parmaklarının ucunda yürüyerek antika gramafonun yanına gitti, ruhunu tezyin etti, hep severdi Seyyan hanımı. Taş plak, görkemiyle havayı deldi geçti. Sesler raks etti tavandan mermerlere kadar. Ruhu da eğleşti notalarla az buçuk. Sonra seyyaleden gözlerinden iki damla yaş süzüldü delişmen dudaklarına.
“O gözler bana,
Eskisinden yabancı.
Gönlümdeki bu sevda,
Hiç dinmeyen bir acı.”
Bana öyle geliyordu ki, her mahcup olduğunda yüzünün çocukluğuna saklanır, titrek göz kapakları yavaşça içine siner ve vücudu tempo tutarak yanaklarına ağır bir sıcaklık üflerdi. Ki her daim diri kalan gül rengi yanakları utangaçlığına büründükçe daha bir kızarır elmavari bir hüviyete bürünürdü.
Yatağın ucuna gidip oturdu, yenilgiyi kabul edip haki gözlerini yumdu ve duruldu bütün benliği. Nahif parmakları ceviz çekmeceden bir sigaraya uzandı ve latif dudakları bir müddet bununla oyalandı. Bir an yan bakışıyla zamanı yokladı. Hep böyleydi, saniyeleri dahi sayar, ayaklarıyla ona tempo tutardı. Aldı eline kalemini dokundu saman sarısı kağıtlara. Ve eli yavaş yavaş çizdi bir şeyler. Yazıp çizdikleri sonra tekrar sildikleri hep makus ümidinin tezahürüydü. Arada durur düşünür, boş kalan parmak ucuyla saçının buklesini sarar bozar tekrar sarardı. Böylece saniyeler geçti. Aldı eline bestevari söylencesini. Tarttı biçti bazen yuttu hasretini. Boynu kuğu gibi bir o yana bir bu yana, kelimeleriyle hicvetti dertlerini.
Göçebe ruhum sen bana neler ettin?
Hani uçuracaktık birlikte, bütün hazin mazileri…