Silisyum ve Cam Olma Noktası

87 Görüntüleme
7 Dak. Okuma

Bazen vardın, bazen yoktun
Düştüm, kalktım iyi böyle…
Kendim ettim, kendim buldum
Madem sordun, iyi böyle…

Pinhani

Sinan ve Yakup çakıllı sahilde kamp sandalyeleri üzerinde gün batımını sessizce izlerken Yakup yerden yavaşça bir çakıl taşı alıp kaldırarak konuşmaya başladı:

“Biliyor musun iki şeyi bir türlü anlayamıyorum!”

“Nedir onlar?”

“Bir: Bu arkasını göremediğim taş nasıl oluyor, oluyor da saydam bir cam olabiliyor? İki: Etrafımdaki, en yakınımdaki insanlar nasıl bunun gibi taş kalpli olabiliyor?”

Sinan, önce hafifçe gülümseyerek konuşmaya başladı:

“İlk sorunun cevabı silisyum ya da silikon. Yani camın ana maddesi. 1000- 1500 dereceye kadar ısıtılmış kumdan küçük zerrecik halindeki taşların saydamlaşması çok da imkansız görünmüyor bence. Aslında silisyum sadece camda değil, transistörlerde kullanılan ana elementlerden biri yani bilgisayarlar ve benzeri ürünlerdeki ana parçalardan biri bu transistörler ve silisyum da belki de bu çağın elementi. “Silikon Vadisi”nin bu çağa etkisini düşün.”

“Şimdi bana bilgiçlik taslama da söylesene madem o kadar sıcaklık gerekiyor, diyelim ki bu sahile bir yıldırım düştü, o zaman da cam oluşur mu?”

“Olur sanırım!”

Bu cevap üzerine iki arkadaş bir süre daha sessizce oturup gün batımını seyretmeye devam ettiler. Artık hava iyice kararmaya başlarken Yakup tekrar sohbeti başlattı:

“Peki ya, diğer sorum? Ona da bilgiç bilgiç konuşacak bir cevabın var mı?”

“Var aslında ama kaldırabilir misin ondan emin değilim!”

“Dinliyoruz ama yargılamıyoruz” oynayayım o zaman, hadi dökül bakalım?”

“Gerçekten etrafındaki insanlar mı taş kalpli yoksa en taş kalpli olan sensin de o camdan kalpleri mi kırıyorsun?”

“Öylesine sorduğunu biliyorum, çıkar bakalım ağzındaki baklayı!”

“Şöyle söyleyeyim, etrafındaki herkesi sen böyle en yüksek sıcaklıklarda yakarken bir an geliyor, o işte cam olma anı diyelim ve sana tüm saydamlıkları ile ne istediklerini söylüyorlar. O kadar basit bir şekilde ve defalarca söylüyorlar ki… Ama sen… Anlamıyorsun!”

“Mesela?”

“Mesela daha mezun olmadan önce kaç senelik kız arkadaşın ile niye ayrıldınız?”

“Buraya, bu şehre gelmek istemedi!”

“Gerçekten, buna mı inanıyorsun?”

“Gerçek bu bence tabii ki ama sen de teorini at bakalım ortaya!”

“Kız sana defalarca planlarınızı sordu. Sen devamlı “ailemin apartmanında yaşarız, ailemin işyerinde çalışırım, ailem ne derse onu yaparız” deyip durdun. Sadece benim yanımda defalarca “B planı”nı sordu ama onu sallayıp bir cevap bile vermedin! Sana nasıl güvenebilirdi, senin kendi ayakların üzerinde, ikinizin kendi ayaklarınızın üzerinde duracağınıza nasıl inanabilirdi? En sonunda dayanamadı ve gitti!”

“Hadi öyle olsun! Devam et bakalım!”

“Sonra eşin, bu şartların hepsini kabullenen ve ses çıkarmayan kadın, o niye gitti?”

“Çünkü bir şey kabullendiği yoktu. Hep daha fazlasını istedi, hep daha fazlasını istedi! Yani ben o kadar para biriktirip bir sürü yatırım yaparken o hep o paraları harcama derdindeydi!”

“Gerçekten mi ya? Gerçekten buna nasıl inanabilirsin? Yıllarca sesini çıkarmadan bütün yatırımlarını destekledikten sonra artık bankada paralarınız, hiç gitmediğiniz yerlerde arsalarınız, tarla tapunuz olması yerine daha serbest kalabileceğiniz tek bir ev ve ayağını yerden kesecek sadece bir araba daha istemiş olabilir mi?”

“Kızıma da geleceksin sanırım ama o da hep daha fazla para istedi!”

“Bak şimdi ya, gerçekten mi? Sen içinde sadece kendinin olduğu nasıl bir gezegende yaşıyorsun acaba? Neredeyse daha okuldan beri hiçbir veli toplantısına, gösterisine bile gitmediğin, yıllardır yaşadığı şehirde evinin nerede olduğunu bile bilmediğin ve sadece para göndermenin dışında sohbet bile etmediğin kızından mı bahsediyoruz?”

Bu sefer daha uzun bir süre sustular. Güneş tamamen batıp ay yavaşça yükselene kadar sustular ve yine Yakup konuşmaya başladı:

“O zaman son kız arkadaşım da ben hep evde kalmaya zorlarken dışarı çıkmak, en azından dışarıda olmak istiyordu değil mi? Hatta annem, babam ve kardeşlerim de dükkana ve onlara daha fazla sahip çıkmamı bekliyorlardı değil mi?”

“Yani… Şu anda bir aydınlanma yaşıyor olabilir misin?”

“Yok, aslında için için her şeyi biliyordum sanırım ama… Ama eğer benim de cam olma noktam geldiyse, benim de onlardan beklediklerim vardı. Yani senin sadece dakikalar içinde yaptığın yıldırım gibi bana çarpmanı bile yıllarca yapmadılar. Gerçekten ne istediğimi, ne beklediğimi hiç sormadan hep benden bir şeyler istediler ve bir şeyler beklediler. Onun için belki ben de biraz onlara kırılarak gitmelerine izin verdim ya da göz yumdum ya da her neyse işte… Bir de biliyor musun bilmiyorum, anlıyor musun bilmiyorum ama… İyi böyle! “Kalabalık yalnızlık”lar içinde olmaktansa böyle yapayalnız olmak ya da işte seni gerçekten dinleyen, seninle gerçekten konuşan bir dostla olmak daha iyi… Yani melek değilim ama şeytan da değilim… Kırdım ama kırıldım da, üzdüm ama üzüldüm de… Şu anda ne haldeysem, evet, hak ettiğim haldeyim ve gerçekten de iyi böyle!”

Yine upuzun bir süre sustular. Bu sefer sessizliği Sinan bozdu:

“Önce şunu söyleyeyim ki beni hem çok şaşırttın hem de çok sevindirdin. Yani kendini bu kadar açtığın için, benim yanımda açıldığın için sağ ol. Gerçekten onur duydum. Ama… Yani evet, iyi böyle ama… Ama daha iyisi de olabilir, neden olmasın? Küçücük dokunuşlarla bir sürü insanı mutlu edebilirsin… Hatta bunu hiçbir karşılık beklemeden de yani yine o kadar yalnızken de yapabilirsin. Eğer bunu yapmaya karar verirsen… Hatta dur, hayır, bunu yapmaya karar vermesen de… Ben hep yanındayım, bunu unutma!”

Sinan son olarak da sisli gözlerle kendine dönen arkadaşına bakarak yumruk yaptığı sağ elini iki kere göğsüne hafifçe vurdu ve sadece açık ve birleşik olan orta ve işaret parmağı ile arkadaşını işaret etti. Yakup da buruk bir gülümsem sonrası aynı şekilde cevap verdi. Sonra yine hiçbir sözcüğün gerekmediği huzurlu bir sessizlikle yakamozu izlemeye devam ettiler…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version