Yaz tatili bitmiş, okullar açılmıştı. Öğretmenlerime ve arkadaşlarıma kavuşmanın heyecan ve mutluluğunu yaşıyordum. Çarşamba günüydü. Okul müdürümüz her zamankinden daha telaşlıydı. Müdürün öğretmenlere ve görevlilere sürekli talimatlar verdiğini, lavaboların, koridorların ve bahçenin her zamankinden daha fazla temizlendiğini, öğretmenlerimizin sinekkaydı tıraş olduklarını, bayan öğretmenlerimizin kısa etek giydiklerini görmüş, şaşırmıştım. Bakanlıktan birilerinin geliyor olabileceğini düşünmüş, sonra bu düşüncemden vazgeçmiştim. Daha önce Bakanlık Müfettişleri gelmişlerdi; ancak bu kadar büyük bir telaş yaşanmamıştı okulumuzda. Merakım giderek artmıştı. Neler oluyordu, acaba okula kim gelecekti?
Teneffüs olmuş, arkadaşlarımızla okul bahçesinde turlayarak muhabbet ediyorduk. Başta okul müdürü, müdür yardımcıları ve ardından öğretmenlerin okul bahçesinde telaşla dizildiklerini görmüş, beklenen kişinin gelmek üzere olduğunu anlamıştım. Çok geçmeden askeri bir araç okulun bahçesine girmiş; araçtan hızla inen askerler, aracın arka kapısına yönelip kapıyı selam durarak açmışlardı. Araçtan askeri üniformalı bir komutan inmiş, okul müdürü koşar adımlarla komutanı karşılamış ve sıra halinde dizilen öğretmenleri tanıtarak hep birlikte içeri girmişlerdi.
Zil çalmış, sınıflara girmiştik. Öğretmen zili çaldıktan beş dakika sonra okul müdürü üniformalı komutanla sınıfımıza girmişti. Okul müdürü çok şaşkındı. Eli ayağı birbirine dolanıyordu. Sevinçli miydi, korkuyor muydu, heyecanlı mıydı? Anlam verememiştim. Sınıfça ayağa kalkmış; ancak “oturun” talimatı gelmediğinden ayakta kalmıştık. “Arkadaşlar, Komutanımız Garnizon Komutanlığı’ndan gelerek okulumuzu şereflendirmişlerdir. Bundan böyle Milli Güvenlik Dersinize komutanımız girecektir. Bu hem bizler hem de sizler için büyük bir onurdur.” diyerek komutandan izin istedi ve geri geri adımlar atarak iki büklüm sınıftan çıkıp gitti.
Tüm sınıf ayaktaydı; hala oturun diyen olmamıştı çünkü. Sınıf arkadaşlarımızdan biri oturur gibi oldu ama komutanın kükremesiyle fırlayarak yeniden ayağa kalktı. “Sana oturmanı kim söyledi, terbiyesiz. Ben otur demeden kimse oturmayacak, kalk demeden kimse kalkmayacak, konuş demeden kimse konuşmayacak!” İlk kez sınıfta bu kadar bağıran birini görmüş, hepimiz çok şaşırmış, şaşkın bakışlarla birbirimize bakıp durmuştuk. Birinci şoku atlatmadan tüm sınıfa dönerek “Anlaşıldı mı?” diye bağırdı. Sınıftan çıt yok… “Sağır mısınız? Size söylüyorum. Şimdi ‘Anlaşıldı Komutanım’ diye cevap vereceksiniz” dedi.
– “Anlaşıldı mı?” Hepimiz bir ağızdan:
– “Anlaşıldı, Komutanım!”
– “Olmadı! Sesiniz iyi çıkmıyor!”
– “Anlaşıldı mı?”
– “Anlaşıldı, Komutanım!”
Dersin ilk yirmi dakikası olmadı, bir daha, bir daha cümleleriyle geçti. Tüm okul “Anlaşıldı Komutanım!” sesi ile inledi durdu…
Hala ayaktayız. Sınıf şaşkınlık içinde. Hiçbir öğretmenimiz bu kadar ayakta bekletmemiş ve bu kadar bağırmamıştı bize; hem bu kadar kızacak, bağıracak ne vardı ki…
“Bu sınıfın başkanı kim?” Sorunun muhatabının ben olduğunu anlamış, elimi kaldırarak “benim” demiştim. Yanını işaret ederek “buraya gel” dedi. İşaret ettiği yere geçtim. Beni baştan ayağa süzdü. “Bu ne biçim duruş?” diye haykırdı. Ardından nasıl durmam gerektiğini gösterdi. Ayaklarım bitişik, ellerim bacaklarıma yapışık, başım dik, esas duruş dedikleri duruşu sergiledim. “Bundan böyle Milli Güvenlik dersi başlamadan kapıda beni bekleyecek 5 Fen sınıfı 28 erkek, 4 kız öğrenci ile emir ve görüşlerinize hazırdır, komutanım” diyeceksin. “Anlaşıldı mı?” “Anlaşıldı!” “Olmadı! Anlaşıldı Komutanım diyeceksin, tamam mı?” “Anlaşıldı, Komutanım!”
İlk kez kırk beş dakikalık bir dersi hiç oturmadan ayakta geçirmiştik. Zil çaldı. Teneffüse çıkacaktık. Öğrencilerde bir hareketlilik oldu; ancak tekrar bir gürleme ile herkes put kesildi. Komutan, tüm sınıfın esas duruşa geçmesini istedikten sonra benim de kapının önünde bekleyip kapıyı açmamı ve esas duruşta beklememi istedi. İstenileni yapınca sınıfa dönerek “İyi dersler” dediğimde hep bir ağızdan “Sağ ol!” diyeceksiniz, dedi.
“İyi dersler!”
“Sağ ol!”
“Olmadı!”
“İyi dersler!”
“Sağ ol!”
“Olmadı!”…
Sonunda istediği gibi bağırınca “Oldu.” deyip çıkıp gitti. Bizler teneffüse çıkamadan teneffüs bitmiş, sonraki ders başlamıştı. Tüm öğrenciler yaşadıkları şokun etkisiyle derse bir türlü adapte olamamışlardı…
Edebiyat dersine başlamıştık; ancak yan sınıftan yükselen “Anlaşıldı Komutanım!” seslerinden ders yapamamıştık…
Milli Güvenlik dersinde tüm dünya ülkeleri düşmanımız oluvermişti; ecdadımız da hain… Kafamız karmakarışık olmuştu; ya tarih yalan söylüyordu ya da komutan gerçekleri çarpıtıyordu. Komutanın kötülediği her şey bizim özümüz, bizim değerlerimizdi…
Araplar çok kötüydü, kirli pasaklı insanlardı, bizi de arkadan vurmuşlardı, alfabeleri de onlar gibi karmakarışıktı. Bizler bu alfabe yüzünden geri kalmıştık, yeni alfabe ile çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmıştık; ayrıca Peygamber (s.a.v.) de Arap’tı…
Öğrencilerden biri söz istedi ve “Alfabenin çağdaş medeniyetler seviyesine çıkma ile ilişkisini tam anlayamadım, bu konuyu biraz daha açar mısınız?” diye sordu. Komutanın kaşları çatıldı ve sert bir dille, “Eğri büğrü harflerle nasıl medeni olunur ki? Harf Devrimi yapılmasaydı bilime ve teknolojiye nasıl ulaşılabilir ki?” dedi. Öğrenci, “Komutanım, o zaman biri şu Çinlilere, Japonlara da harf devrimi yapsa iyi olur, yoksa onlar çarpık çurpuk alfabeleri ile çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşamazlar, teknolojiden, bilimden haberdar olamazlar ve dünya ülkelerine göre geri kalırlar.” dedi… Sınıfta gülüşmeler oldu… Komutan verecek cevap bulamadı.
Sınıfta komutanın her konuşması tartışma konusu oluyordu; ancak kızma, bağırma, sindirme yöntemleri ile komutanın dediği doğru kabul edilmezse de itiraz edilmiyordu artık… Haftada bir gün Milli Güvenlik dersi vardı. O günün sonuna kadar komutan tüm sınıflarda birer ders işlemiş oluyordu. Dersin sonunda bir listeyi, tuttuğu notları ve müdürden de aldığı raporu çantasına koyar, giderdi…
Bir gün komutan, aracına binmeden önce müdüre bir isim vererek, “Bu öğrenciyi falan ve falanca öğretmenlerle birlikte yola getirin. Her konuşulana itiraz eden bir tiptir. Okuduğu kitapları araştırın ve dikkat edin, tam bir irticacı… Yola gelmezse okuldan atın.” dediğine şahit olmuştum…
Bazı insanlar neden herkesin aynı düşüncede olmasını isterlerdi ki? Hem bu mümkün olabilir miydi ki… Demokrasi düşünce özgürlüğü değil miydi? Yoksa birilerinin belirlediği düşünceye zorunlu olarak uymak mıydı? Başkalarının düşüncelerine, yaşam biçimine, inançlarına saygılı olmayan bir demokrasi olabilir miydi ki? Demokrasi, birilerinin keyfiyetine perde miydi?
Tüm insanların aynı görüşte olması mümkün müydü? Bu fıtrata aykırı değil miydi? İnsanların parmak izleri nasıl farklı farklı ise ve bilimsel olarak net ayırt edici ve kişiye münhasır bir gerçeklik ise, düşünce de yaşam biçimi de aynı değil miydi?
Bir evde iki kardeşin bile fikri, görüşü, zevkleri aynı olmazken, bir ülkedeki tüm insanlar tek tip olabilir miydi ki? Tüm insanları tek tipe, tek kalıba ve tek düşünce biçimine sokmak mümkün müydü?
Eğer tüm mevsimler yaz olsaydı, tüm ağaçlar çam ağacı olsaydı, tüm çiçekler kırmızı olsaydı, günün tamamı gündüz olsaydı, herkes iyi olsaydı, herkes zengin olsaydı, tüm kadınlar güzel olsaydı, tüm erkekler yakışıklı… O zaman dünyaya gelmenin, imtihan olmanın bir anlamı kalır mıydı?
Her şey zıddı ile güzel ve anlamlı değil miydi? Renklilik, farklılık zenginlik değil miydi? Zorla güzellik olur muydu? Cenabı Allah Kur’an-ı Kerim’de Ğaşiye Suresi 21 ve 22. ayette; “Ey Resulüm, sen ancak bir tebliğ edicisin, egemen bir zorba değilsin, kalplere hidayet veren biziz.” dememiş miydi? Yine Kafirun Suresi’nde “Senin dinin sana, benim dinim bana” derken “senin inancın sana, benimki bana; senin yaşam biçimin sana, benimki bana; senin giyim kuşamın sana, benimki bana; senin hayat tarzın sana, benimki bana” diyen İslam Dini değil miydi? İslam evrensel iken tüm insanlığı kapsarken, demokrasinin arkasına saklananlar neden farklılıklara tahammül edemiyorlardı?
Veda Hutbesi, tüm insanlığa evrensel bir çağrı değil miydi?
Bilmem ki konu
Anlaşıldı mı?
Duymadım, bir daha!
Anlaşıldı mı?
Şükrulah bey yazınızı dikkate okudum genelde milli güvenlik derslerimize subaylar girerdi bu yaşananlar bireysel olabilir ancak yazınızla Türk askerini din düşmanı gibi göstermenize takıldım milli güvenlik dersleri dışında 18 ay askerlik yaptım dinle ilgili veya Arap alfabesiyle ilgili herhangi bir eleştirmeye ve küçümsemeye şahit olmadım genelde zamanım oldukça yazılarınızı ve anlarınızı okuyorum okurkende sürükleyici buluyorum ama bu yazı mızı çok abartılı buldum selamlar
Çok değerli hocam değerli Müdürüm
Kıymetli yorumunuz ve ilginiz için teşekkür ederim. Bu konuyu sanırım daha öncede konuşmustuk. Bu yazının abartılı hiç bir tarafı yok. 12 Eylül darbesinden sonra yaşanan sıradan olaylardan biri. Tabiiki bu Türk askerinin tamamını temsil etmez. 15 Temmuzda yasanilanlar gibi.
Köylerde bu ve buna benzer uniformaya sığınmış kişilerin yaptıkları herkesçe malumdur.
Görevini hakkıyla yapan Türk askeri Türk ordusu gozbebeğimizdir.
Size buralardan selamlar saygılar gönderiyoruz.