Sıradan Bir Günde Metroda

Betül Eren 601 Görüntüleme Yorum ekle
7 Dak. Okuma

Soğuk bir sonbahar sabahı… Saat henüz 7:30. Bir metro istasyonundayız. İstanbul için sisli ve puslu sıradan bir iş günü daha başlamak üzere. Merdivenlerden koşarak inenler, acele acele trene yürüyenler, okullarına yetişmeye çalışan gençler, çocuklar, işlerine yetişmeye çalışan insanlar… Nereden çıktığı çok anlaşılamayan, ortamı kaplayan bir uğultu… İstasyonda bulunan tüm insanların düşünceleri ve sorunlarının sanki bir bulut gibi ortamı kaplaması sonucu oluşmuş herkesin omuzlarına basan bir karabasan…

İstasyonda bekleyen pek çok kişi vardı. Genellikle asık suratlı, daha uyanamamış insan topluluğu… Tüm bu asık suratlı insanların yanında, istasyondakilerin bile dikkatini çeken güzel bir aile, herkesle beraber metronun gelişini bekliyorlardı. Değişen yaşlarda üç kız ve yanlarında onlara sevgiyle bakan anne ve babaları. Cihan ailesi… Her sabah metroya birlikte biner ve kızlar ve anneleri bir durakta, babaları başka bir durakta inerek hayatın içine karışırlardı.

Ailenin kızları, annelerine benziyor olmalarına rağmen, ortanca olan çok daha dikkat çekiciydi. Pırıltısı dışarı taşan bir kız… Büyüdükçe çok canlar yakacağı kesindi… Büyük kız, sorumluluklarının ve yapmak istediklerinin bilincindeydi. Bir tek isteği vardı. Yazılım mühendisi olmak ve yurt dışına gitmek. Bunun için hedefine kitlenmiş ve deliler gibi çalışıyordu. Annesi onun küçük yaşlardan itibaren parlak bir zekası olduğunu ve büyüyünce iyi bir meslek sahibi olacağını biliyordu. Kararlı bir kızı vardı. Tıpkı kendi gibi. Ortanca kızları, tam bir tiyatro delisiydi ve bütün isteği tanınmış bir tiyatro oyuncusu olmaktı. Yetenekli ve çok azimliydi. O da yolunu çizmiş gibiydi. En küçük kızları ise, her gün meslek değiştiriyordu. Her biri kendi hayallerine dalmış, yollarına devam ediyorlardı.

Anneleri Ayşe, üç kızına da gururla ve gülümseyerek bakıyor, bir gün kendi ayakları üzerinde duracakları günü hayal ediyordu. Anneyi endişelendiren tek şey, sevgili eşinin hastalığının bir gün tekrarlaması ve onu kaybedebileceği korkusuydu. Bu endişeyi asla ona belli etmeden, evde huzurlu bir ortam sağlamaya ve eşini yormamaya çalışıyordu.

Kendisini biraz yorgun hisseden ailenin babası Ahmet, hem işteki sorunları, hem de kısa bir süre önce geçirip atlattığı hastalığının tekrarlama riski yüzünden korkuyordu. Yeniden muayene olma ve yapılacak tetkiklerin zamanı yaklaştıkça, giderek daha fazla endişeleniyordu. Zordu geçen iki sene… Karısı ve çocuklarının sevgisi olmasa nasıl atlatırlardı bu zor günleri hiç bilmiyordu. Çok sevdiği işinden bir süre uzak kalmış ve hep işinden olmanın, bir de işsizlik sorunuyla boğuşmanın endişesini içinde bir yerlerde yaşamıştı. Artık o kötü günler geride kalmış olmasına rağmen, doktorları kontrolünün en az beş yıl dikkatle yapılması gerektiğini, sonrasında da sağlıkla ilgili hiçbir şeyi atlamamasını öğütlüyorlardı. O da kızlarına ve karısına bakarken, içi titriyor ve bir gün onlardan ayrı kalma düşüncesi mengene gibi yüreğini sıkıyordu. Büyük kızı seneye üniversiteye başlayacaktı ve biliyordu ki o, koyduğu hedefe emin adımlarla yürüyen bir çocuktu ve başarılı olacaktı. Tıpkı karısına, Ayşe’sine benziyordu. Yavaş, sakin ve emin adımlarla gidiyordu. Ortanca kızı için biraz endişeliydi ama o da tiyatro için öyle bir hevesliydi ki… Kendilerine düşense onun bu konuda eğitim almasını sağlayıp sonrasında, her ihtiyaç duyduğunda yanında olarak destek olmaktı. Küçük kızı, ah o çılgın muzip çocuk… Her gün, başka başka fikirlerle karşılarına çıkıyor ve henüz ne olmak istediğine karar veremiyordu. Bu güzel çocukların babası olarak tek bir arzusu vardı. Her birinin kanatlarını açıp, evden uçmaya hazırlandıklarını gözlemlemek ve yanlarında olmak…

Dalgın bakışlarıyla telefonuna bakan Zeynep, ailenin büyük kızıydı. Boşa zaman geçirmeden hedefine doğru gidiyordu. Düşlerini süsleyen ise, Amerika’da bir üniversitede ya da bir uzay merkezinde çalışmaktı. Çocukluğundan beri uzay hep ilgisini çekmiş ve o kadar çok okumuş, o kadar çok belgesel izlemişti ki… En sevdiği programlardı onlar. Uzaya çıkmak, yapması gereken 100 şey arasındaydı. Şimdilik bu hedefinden kimselere bahsetmiyordu. Engellenmek istemiyordu. Bir gün diyordu, bir gün mutlaka, ben de o ekiplerin içinde olmalıyım. Kendi kendine hafifçe gülümseyerek, anne ve babasının bir gün onunla nasıl gurur duyacaklarını düşlüyordu…

Ece, her geçen gün biraz daha güzelleşiyor ve yüreğinin pırıltısı dışına vuruyordu. Kendisini görenler, gözlerini bir türlü ondan alamıyorlardı. Güzelliğinin farkındaydı ama asla bununla gururlanmıyor, hiç farkında değil gibi davranıyordu. Okulundaki erkek öğrenciler arasında ona aşık olmayan yoktu. Bugün onun için çok önemli bir gündü. Sene sonunda oynanacak piyeste kimlerin rol alacağını açıklayacaklardı. Hele bir de Ozan’la birlikte baş rolü oynarsa, o zaman keyfine diyecek olmazdı. Geceden beri dua ediyordu. Baş rol kendisinin ve Ozan’ın olmalıydı. Onun için önemli olan tek şey, bir gün sahneye çıkmak ve ışıltısını sahneden yansıtmaktı. Hayale daldığında, hep büyük bir sahnede selam verdiğini ve seyircilerin onu çılgınca alkışladığı günleri görüyordu. Tabii ki en ön sırada annesi, babası ve kardeşleri olacaktı. Onunla gurur duymalarını istiyordu. Her bu hayale daldığında gibi, gözlerini hafif kapatmış ve kulağında son replikleriyle tiyatro salonunu çınlatıyordu…

En küçükleri olan Asu ise, küçükken geçirdiği ağır bir hastalık sonrasında, ailenin tüm üyelerinin üzerine titrediği bir çocuktu. Tam bir bilgisayar kurduydu. Küçücük yaşına rağmen teknolojik bütün aletleri kullanıyordu. Keyfi yerinde olduğunda yaptığı esprilerle tüm aileye neşe veriyordu. Özgür bir ruhu vardı ve asla haksızlığa gelemezdi. İçlerinde babasına en çok benzeyen ve babasına en düşkün olan da oydu. Gülümseyen yüzünü, sadece babasının hasta olduğu zamanları ve onu kaybedeceğini düşündükçe bir endişe ve korku kaplıyordu. Asla kimsenin yanında ağlamayan, duygularını kendi içine saklayan bir çocuktu o. Korkularını içinde yaşardı. Her gün başka bir mesleği seçmek en büyük tutkusuydu ve hiçbiri birbirine benzemeyen meslekler aslında onu eğlendiriyordu. Bu sabah annesine avukat olmak istediğini ve suçluları savunmak istediğini söylemişti. Bakalım bu meslek seçimi onun için kaç gün sürecekti? Annesi, küçük kızının bir gün sosyal projelerde yer alacağını, zor bir hayatı olacağını ve haksızlıklar karşısında asla susmayacağını ta içinde bir yerlerde hissediyordu.

Metroda bulunanlar, kendi dünyalarında, çoğu ellerindeki telefonlarında bir şeylere bakıyor, birkaç kişi kendi aralarında konuşuyor. Bir kısmı kafasını arkasına doğru dayamış alamadığı uykusunu tamamlamaya çalışıyor, herkes bir duygunun ya da hayalin peşinde, yeni bir sabahın onlara neler hediye edeceğini düşünüyorlardı.

Yavaş yavaş inecekleri durağa yaklaşan anne ve kızları, babalarına neşeyle el sallayarak istasyonda indiler. Babaları onların arkalarından bakarken, yüreği onlardan ayrılmadan bir yaşam sürebilmeyi diliyor ve çocuklarının istedikleri her şeye kavuşmaları için dua ediyordu.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Betül Eren
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version