Siyah ve Beyaz

Necla Karataş 468 Görüntüleme Yorum ekle
7 Dak. Okuma

Habil, ağlayarak annesinin yanına geldi. Ve annesine dedi ki:

“Anne, mahallemize başka şehirden gelen komşumuzun çocuğu bana,’Kara karga, kara karga sen bizimle oynama’ dedi!”

Annesinin kara kirpiklerine acı sürme çekildi… Anne, yavrusunu kucaklayıp, kucağına oturttu.

“Melek tabiatlım, önemli olan tenimizin rengi değil, yüreğimizin rengidir. Renk, ırk, dil, din, cinsiyet ve etnik kökene göre ayrım yapmak hem bizi mutsuz eder, hem de başkalarına zarar verir…” dedi.

Habil gülümseyerek, “Anne, öyleyse ben kini, nefreti sopayla kovacağım yüreğimden!” dedi.

“Kovacaksın tabii yavrucuğum!”

Habil Antakya’da, önünde zeytin, incir ve limon ağaçları olan küçük bir evde yaşıyordu. Masmavi göklerde uçurtmalar uçuruyor, gelincik tarlalarında kelebeklerle dans ediyordu…

Annesi, Amerikalı bir siyahi, babası da Antakyalı bir Türk’tü.

Antakya, farklı farklı yürekleri bağrında barındıran bir diyar… Kardeşliğin, hoşgörünün, sevginin sembolüdür. Kinleri, sevgisizlikleri bir değirmen misali un ufak eden bir masallar kenti… Belki bu yüzden Habil’in yüreği sevgiyle ve hoşgörüyle yoğrulmuştu.

Habil, orta okulu bitirip, liseye başladı. Okumayı çok seviyordu. Dersleri de iyiydi. Arkadaşlar edinmişti. Hayatından çok hoşnuttu.

Cemreler toprağa düşmüştü. Habil’in annesi ile babası, Asi Nehrinin üzerindeki köprüden geçiyorlardı. Deli gibi yağmur yağıyordu. Bir süre sonra caddeler ve sokaklar nehre döndü. Habil’in annesinin ayakları birden yerden kesildi… Kocası onu kurtarmaya çalışırken, sel suları onu da alıp götürdü!

Habil’in bütün hayatı alt üst oldu. Ve bu tekinsiz dünyada yapayalnız kaldı.

Ona, ‘Kara karga, kara karga sen bizimle oynama,’ diyen çocuğun annesi, babası ellerinden geldiğince yardım ettiler… Habil’in anne ve babası o tartışmadan sonra onlarla çok iyi geçinip, yüreklerini fethetmişlerdi çünkü.

Habil liseyi bitirdikten sonra burs kazanıp, Amerika’ya okumaya gitti.

Habil sınıfa girdiğinde, sadece iki öğrenci vardı. Sınıfta, tek siyah öğrenciydi. Diğerleri henüz gelmemişti. Ön sıraya oturdu. Hemen sonra bir millet vekilinin oğlu olan Kain geldi. Beyaz tenli, çakır gözlü, asabi biriydi. Yedi yaşındayken annesi ölmüştü. Babası, beyaz ırkın üstünlüğüne inanan bir adamdı. Baba, oğlunun ruh bahçesine nefret tohumları ekmişti…

Kain,

“Hey dostum, ön sırada ben oturacağım. Çünkü ben beyazım. hadi çabuk kaldır siyah poponu!” dedi.

Habil, yumuşak bir ses tonuyla:

“Beyazlık üstünlük mü?” dedi.

Habil, sandalyeden kalkmayınca, Kain öfkelendi. Habil’i yakasından tutup, “Lanet olası hamam böceği, sağır mısın?” dedi.

Sınıftaki iki genç: “Haddini bildir!” diye bağırdı.

Habil, yakasını Kain’in ellerinden kurtardı. Kain çok sinirlendi, ona bir yumruk attı. Sonra Habil de, Kain’in yüzüne kocaman bir yumruk indirdi. Kain yerleri öptü. Gözü dönen Kain, cebindeki bıçağı çıkarıp, “Kahrolası zenci senin canını okuyacağım şimdi!” dedi. Ve Habil’e saldırdı. Bıçağın sivri ucu, Habil’in gözünün içine girdi. Habil’in gözünden kanlar bir sel gibi boşaldı, yerleri kırmızıya boyadı. Sonra, gözüne saplı bıçakla, boylu boyunca yerlere uzandı. Diğer iki öğrenci put kesildi. Kain, korkudan kocaman açılmış gözleriyle, rengi ve ırkından dolayı gözünden olan Habil’e baktı… Yüreğinin derinliklerinden gelen bir ses:

“Ne yaptın sen?!” dedi.

Bir süre sonra Kain, kendine geldi. Ve hemen Habil’i omzuna aldı. Öğrenciler onlara korku ve dehşetle bakıyordu. Habil’i arabasının arka koltuğuna yatırdı.Ve hızla hastanenin yolunu tutu.

Doktorlar ve hemşireler hemen müdahale edip, onu ameliyata aldılar.

Kain, ameliyat kapısının önünde yere oturdu, gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Ve kafasında düşünceler bir kelebek gibi oradan oraya uçuşmaya başladı:

“Tanrım, yol göster bana! Ah baba, sen bana kötülük etin… Ölmesin lütfen Tanrım, ölmesin. Ben zavallı bir sineyim!”

Saatler sürdü ameliyat. Doktor ameliyathaneden çıktı. Kain, hemen doktorun yanına koşarak, nesi olduğunu sordu.

Doktor, “Korneası delinmiş. Gözü kör oldu!” dedi.

Kain ezim ezim ezilerek:

“Gözleri kör mü oldu! Tanrım, bu günden sonra ben onun gözü olacağım, yüreğim yüreğinin uşağı olacak, yeter ki onu iyileştir! Birbirimizi sevebilmemiz için gözlerimizden mi olmalıydık?” dedi.

Öğrenciler, Habil’in gözüne bıçağı kimin sapladığını söylemediler… Kain evine hiç gitmedi, hep Habil’in yanında kaldı. Gerekli maddi, manevi yardımı yaptı. Ancak Habil, Kain’in ona yardım ettiğinden habersizdi.

Kabil iyileşti, ama bir gözü görmüyordu artık. Taburcu edilmeden bir gün önce doktoru, ona:

“Böyle iyi bir kardeşe sahip olduğunuz için çok şanslısınız. Sizi bir an bile yalnız bırakmadı. Hastanenin bütün masraflarını ödedi.” dedi.

“Kardeşim yok ki benim!”

Doktor Kain’i tarif edince. Habil, “Kain bu!” diye geçirdi içinden. Ancak doktora bir şey söylemedi.

Vicdan azabı Kain’in yüreğini hep kemirdi. Üzüm üzüm üzüldü. Hayata isyan etti. Gözleri uykuya küstü. Babasıyla hep kavga etti…

Ve bir gün dayanamadı Kain, kendi kendine şöyle dedi:

“Benim dermanım Habil’de, artık karşısına çıkacağım. Beni affetmesini isteyeceğim.”

Kain, Habil’in evini sokak sokak aradı ve sonunda buldu. Kapısını çaldı. Kain, evde yoktu. Kabil, merdivenlere oturdu, bekledi. Ancak Habil o gün eve gelmedi.

Ertesi gün tekrar geldi Kain. Habil’in kapısını çaldı. Habil, Kain’i karşısında görünce, şaşkınlıkla ona baka kaldı.

“Neden geldin? Gider misin lütfen!” dedi sitemli bir sesle.

Kain, Habil’in ayaklarına kapandı. Sonra cebindeki bıçağı çıkarıp:

“Ben senin gözünü, nefretin hançeriyle kör ettim. Yüreğimdeki tamtamları susturamıyorum… Vicdan azabı, yüreğimi her gün testereliyor. Yüreğimdeki acı beni öldürecek!” dedi. Ve Habil’in eline zorla tutuşturdu bıçağı.

Habil bıçağı, Kain’in gözünün içine yaklaştırdı. Kain gözünü bile kırpmadan put gibi durdu. Bir süre sonra Habil bıçağı yere bıraktı.

Kain,

“Ben senin görmeyen gözüne göz olmak istiyorum, izin ver. Beni affetmesen, gözümün birini kendi ellerimle oyacağım…” dedi ağlayarak. Ve sonra eğilip bıçağı yerden aldı. Tam kendi gözüne saplıyordu ki, Habil, elini tuttu. Ve ona: “Yapma affettim seni!” dedi.

Kain,

“Ölene dek yanında olacağım, bir yanlış yaparsam hiç çekinmeden öldür beni.” dedi.

O günden sonra Habil ile Kain’in yüreklerinde dostluk çiçekleri açtı. Kain, hep Habil’in yanında oldu. İki ayrı bedende tek yürek oldular…

Bir yıl sonra, Kain’in babası bir suikast sonucu öldürüldü. Kain, Habil’i ikna etti ve babasının korneasını ona naklettiler. Habil gözüyle yeniden görmeye başladı.

Habil ile Kain mezun oldular. Sonra Habil, Kain’i memleketi Antakya’ya getirdi.Ve ikisi, ellerinde sevgi, kardeşlik meşalesiyle paylaşacak yepyeni güzelliklere doğru yürüdüler…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version