Bu ülkede bir kuşum Aydın kadar değerim olmadı!..
Ben de bir kuşum oysa hem de kuşların en güzel sesli olanı, Bülbül’üm ben; ama gel gelelim şu müzik piyasasında bir türlü tutunacak bir dalım olmadı. Sesimin güzelliği dillere destan olsa da bir Allah’ın kulu “Gel seni şöhret yapayım, sende olan bu sesle piyasaları alt üst edersin.” demedi.
Şansımı önce Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nda sabah akşam demeden aynı ağacın aynı dalında sanatımı icra ederek denedim. Şakıdım durdum ama bir türlü kanadımdan tutan beni sahnelere uçuran olmadı. “Ay ne kadar güzel bir kuş” sözlerinden başka bir şey duymadım. Bir Recep Bülbülses bir de ben kaldık keşfedilemeyen…
Zamanla popüler sanatçıların sahne aldığı mekanların önünü mesken tutar oldum. Onlara uzatılan mikrofonların ve kameraların önüne geçip, kendimi göstermeye çalışsam da fayda getirmedi. Ben de sokak şarkıcısı olarak sanat hayatıma devam edip durdum yıllarca.
Şöhret olmanın umuduyla çıktığım bu yolda hüsrana uğrasam da kendimce edindiğim tecrübeler zaman zaman hayatıma renk kattı.
Doğduğum diyarlara dönmenin vakti geldiğini anlasam da eli boş dönmek istemiyordum. Son bir hamlem kalmıştı artık ve tam da sırasıydı şimdi bunu yapmanın.
Minik Serçe lakaplı, büyük hayranı olduğum Sezen Aksu’nun karşısına çıkacaktım, beni ancak o anlardı. İçimdeki cevheri sesimdeki büyüleyici ahengi ilk dinlediği an keşfedecek ve beni istediğim o ışıltılı hayata kavuşturacaktı. Bu ümide sığınarak uçtum gittim. Sağ olsun beni çok güzel karşıladı, sesimi çok beğendi. Sonra ne mi oldu?
Şöhret olamasam da şöhret olmuş en önemli duayenlerden birinin, koskoca Sezen Aksu’nun evinin biricik bülbülü oldum. En sevdiğim eser de böylece “Bülbül’üm altın kafeste, öter aheste aheste” oldu.