Hayat herkes için doğumla başlayıp, ölümle sonlanan bir yolculuktur. İnsan yaşamı bir merdiven misali gibi ilk basamağını doğumla, diğer basamakları da tek tek çıkarak, hayatın sunduğu, mücadelelerle, imtihanlarla geçirip son basamağı ise ölüm olduğunu söyleyebiliriz.
İnsan doğası gereği kabullenmemekte ve bazen duçar olduğu bir hastalık neticesinde sonunun ölümle bittiğini bildiği için depresif hallere girebiliyor. Tanatafobi diye adlandırılan ölüm korkusunu maalesef çok sayıda insan yaşar. Yaşımız ilerledikçe bu kaygı bozukluğunu daha fazla yaşarız. Hatta bazen acı çekmemek için intiharla bile sonuçlanabiliyor. Fakat ölümün düşündürücü, duygusal ve bazen de teselli edici yanları vardır. Çünkü ne kadar önemli imtihanlar yaşarsak yaşayalım üzülmenin, kendini yıpratmanın bir önemi olmadığını fark ediyoruz. Bizler önce kendimize değer vermemiz gerekiyor. Eğer biz değerliysek her şey önem arz eder. Doğum ve ölüm arasında, yaşadığımız her anı bir hazine gibidir. Yaşamımız boyunca hep bir umut içerisinde oluruz. Yeni başlangıçlar, eski defterlerin kapanması, gelecek planları ve en önemlisi de kaygılandığımız çoğu şeyin ne kadar önemsiz olduğu ölüm gerçeği ile kapanır. Her insanın hayatı boyunca yaşadığı güzellikleri ölüm gerçeğini hatırlayınca kıymet buluyor. Müptezel ölümlerin, sayısı artarken, yaşamış olduğumuz her güçlüğün, geçmez dediğimiz her acının önemsiz olduğunu hatırlatır. “ Ölüm, korkacak bir şey değil; yaşanmış bir hayatın ödülü gibidir.” Ruhun özgür kalması ve yorgun düşen bir bedenin artık yok olması gibi…
Hayatta en büyük korkuları, pişmanlıkları, yaşanmışlıkları ve yaşanmasını arzu edip yaşanmamışlıkları düşününce ölüm hakikatinin varlığını benimsemiş oluyoruz.
Hz. Mevlana “Ölüm günüm, düğün günümdür.” olarak ifade ediyor. Çünkü ölüm gününü yeniden doğum günü olarak kabul ediyordu. Çoğu insanın korktuğu o ölüm gerçeğini kendisi öldüğü zaman sevdiğine yani Allah’a kavuşacaktı. Bu nedenle” Şeb-i Arus” demiştir. Düğün günü veya gelin gecesi anlamını taşımaktadır.
Bilinmezlikle mücadele ederken “inanmak” bu devreye giriyor. Görmüyoruz, dokunmuyoruz, ölçüp biçmiyoruz fakat inanıyoruz. İnanmak, maddi alemde ki somut bilgiyi, mana aleminde soyut bilgiye dönüştürerek o duyguya sahip olma becerisini getirir. Bu somut dünyada görmediklerimize bir anlam yüklemiş oluruz. Çünkü sağ çıkmayacağımıza göre bu inanca fazlasıyla ihtiyaç duyarız. Hayatın en önemli parçası olan “Ölüm” mühim bir yere sahip olmasına rağmen ne yazık ki görmezden geliniyor. Namık Kemal’ in söylediği gibi, “Herkes kimsenin sağ kalmadığını bilir de, kendisinin öleceğine inanmak istemez.”
DOĞAR, YAŞAR VE ÖLÜRÜZ…