Güneş yorulmuş, koca yazı bitiriyor bir başına. Solgun ışıkları, yorgun nefesiyle izin istiyor yavaş yavaş.
Sadece o değil, dallar yorgun, yapraklar halsiz, begonviller cansız.
Hiç istemesem de, korkup gizlensem de gümbür gümbür geliyor sonbahar.
Renkler ışıltısını, güneş parlaklığını, bulutlar kar beyazlığını, yüreğim çocuksu coşkusunu kaybedecek yine.
Ölümün kokusu var sonbaharda. Zamanlı, beklenen, hazırlanılmış ölüm. Hani öyle umulmadık zamanda gençliğin başı, muradın tadı, hayatın kıvamında olduğu an gelen, ölüm gibi değil.
Yavaş ve özlenen ölümün kokusu.
Doymuşsun fani lezzetlere, almışsın zevkini dünyanın, her şey yolunda, herkes huzurunda, sırası gelmiştir tadında ölümün. Üzümün hasadı meyvenin tam tadı gibi. İşte işte tam öyle ölümlerin kokusu var eylül de. Belki de sadece ben alıyorum o kokuyu.
Sesleri duyuyorum şimdi, doyulur mu dünya lezzetine, beklenir mi ölüm, özlenir mi. Güzeli mi olurmuş diyen. Olur olur.
Nice korkunç, çirkin, akılları sarsan ölüm varken, sevdiğinin omuzunda gülümseyerek ölmek çok güzel.
Dünyayı tadamadan, dünyaya doymamışların zulmüyle ölen bebeklerin yanında torununun bebeğini okşadıktan sonra huzurla ölmek güzel.
Yüz şehit sevabı. Ne kadar ağır bir ifade. Ölümün en güzeli şehadet ve ondan yüz tane birden. Ölümün güzeli olmasaydı bu ifade havada kalmaz mıydı. Dünyayı birbirine katan. İçindeki hırs canavarını zapt edemediği için tüm dünyayı, zapt etmeye çalışan, vahşiler karşısına geçip, zulme ayak direrken ölmek güzel değil midir.
Sonbahar,
Bu kez ölümün kokusu ağır. Sade ve güzel bir ölüm kokusu gelmiyor ruhuma. Acıtan, yakan bir koku.
Külliyen ölen insani duyguların kokusu bu. Azalan merhamet. Yok sayılan adalet. Varsa yoksa menfaat.
Çirkinin taç bulduğu, ahir zamanın ahirinin, baharının müjdelendiği acı sonbahar. Acıtan sonbahar.
Dökülen taze canlar uçuşuyor ahirete, huzurla. Geride kalanlara sonbahar.
İnsanlığı kara kışa taşıyan, yakan sonbahar.
Mevlam tekrar iyilik adına yaşat bize son bir bahar.