Azap, ıstırap ve çile yıllarının yaşandığı zamanların birinde, saniyelerin adının elem olduğu bir yerde, bütün olanlara rağmen hâlâ bülbül olma özelliğini kaybetmeyen bir bülbülün varlığı söz konusuymuş. Bülbül olur da gül hiç olmaz mı? Hikmet-i ilâhî gereği, bülbül güle nazar ettiğinde, yüreğine sevda kuşları konmaz mı… Elbet konacaktır ve o, ufacık sevda kuşunun yüreği gülün dikeniyle kanayacaktır. Bi’t-tabiî orada gül de varmış. İşte, Bizim Bülbül’ün başına da aynı dert musallat olmuş.
Bizim Bülbül ve kendisini hiç terk etmeyen kara talihi, öteki bülbüllere ve onların talihlerine hiç benzemiyormuş. Bunun böyle oluşuna en büyük sebep ise yaşadığı yer ve zamanın kimi özel şartlarıymış. Bülbül, o yerin tek bülbülü, sevda rakibi diğer kuşlar ise kocaman bir karga sürüşüymüş. Ve orada bir Sevilen Gül yaşarmış. Karları kıskandıracak kadar beyazmış. Onun böyle oluşu ve kat kat beyazının bir gelinlik gibi duruşu, naz etme hakkını bin kat daha artırıyormuş. Ne gariptir ki o yerde bütün zaman, karga zamanı; hüküm karga töresiymiş. En güzel renk, karga rengi olan kara; en güzel ses, karga sesi olan gaklama; anlaşma dili, en güzel dil olan kargaca; en geçerli sevgi, karga sevdasıymış. Bülbül, bülbülce, bülbül gibicilik (bülbülsü, bülbülümsü); hasılı, bülbülle ilgili her şey basit, aptalca ve tehlikeli ilan edilmiş.
Bir rivayete göre kargalar, Sevilen Gül’deki o kar beyazlığı simsiyah görmekteymiş. İşin acı tarafı, Sevilen Gül de kargalarla aynı fikirdeymiş. Kendini kara biliyor, karga sesinden mest oluyor ve kargaların kendisine sunduğu aşk nağmelerini çok beğeniyormuş. Bizim Bülbül’ün yalvarıp yakarması boşunaymış. Bizim Bülbül; gülün güzelliğiyle nazından ötürü kendisine yüz vermediğini ve kargalarla da kendisini kıskandırmak için iyi geçindiğini sanıyormuş. Yani kafası pek karışıkmış.
Mutat olduğu üzere aylar yılları, yıllar zamanları kovalayıp durmuş. Ama değişen hiçbir şey olmamış. Ve yine “ama” Sevilen Gül’ün -biraz fazlaca olan- o meşhur nazı arttıkça Bizim Bülbül’ün usanmaktan nasipsiz sabrı da hep artmış… Bizim Bülbül aşkta rakibi olan kargalara da sevgisini anlatmaya, kendisine acındırmaya yeltenmiş. Sevilen Gül’ün eşsiz kokusundan, emsalsiz renginden, kar beyazlığından, güzelliğinden, sevdasının katlanılmaz oluşundan vs. bahsetmiş. Ama hep boşuna… Kargalar Bizim Bülbül’e gülüp geçmiş. Onu alaya almış ve Sevilen Gül’ün necis kokusunun kara renginin kapkara uçlu dikenlerinin erdemine varamadığı için onu kınamışlar. Onu zavallı ve nasipsiz görmüş, talihsiz bir açıklama kadar yersiz bulmuşlar. Bizim Bülbül deli falan ilan edileyazmış. “Dövelim, sövelim, öldürelim” diyenler bile olmuş. Bir kısmı da ona acımış ve “aklın varsa buralarda idare et, olur olmaz tehlikeli fikirler dillendirme sakın” demiş. Hatta gönlünü almak için “biz seni severiz, sevildiğini bil” diyeni bile çıkmış. Sevilen Gül de kargalarla birlik olup bu türlü tavsiyeler sıralamış. Bizim Bülbül’ün neredeyse inanası ikna olası falan geleyazmış. Fakat içinde an be an büyüyen aşk adlı yaranın acısı onu engellemiş.
Sevilen Gül’ün böyle düşünüp söylemesi yok mu?
Hele kokusunun nereden ve nasıl geldiğini bilmemesi… İşin daha kötüsü, kokusunun dikenlerinden geldiğini sanması ve bunlara inanması… Oralarda hüküm süren törelere göre çıkarsız, karşılıksız, koşulsuz sevgi yasakmış. Al gülüm ver gülümmüş yani sevmenin usul ve esası. Umulurmuş ki Sevilen Gül’ün dikeni Bizim Bülbül’ün bağrını deler ve zavallı oracıkta ölüverir… Asıl sevda eri olan kargalar, Bizim Bülbül’ün kanlı cesedini mübarek gagalarıyla yiyiverir ve Sevilen Gül de gölgesinde yapılan bu kutsal işi seyretmekten haz duyar!
Ama öyle olmamış bir türlü olamamış!
Bizim Bülbül çok yol denemiş. Gözünü karartıp karga gibi bile davranmış, kargaca konuşma gayreti göstermiş, toza dumana bürünüp kararmaya çalışmış. Ama Sevilen Gül’ün yanına vardığında büyü bozuluyor ve o yine Bizim Bülbül oluveriyormuş. Ve edilen alayları atılan kahkahaları dinlemek zorunda kalıyormuş. Bizim Bülbül ne karga olabilmiş ne de Sevilen Gül’e ulaşabilmiş.
Bir güün…
Hiç umulmadık ve görülmedik bir fırtına geniş ovaları ve derin vadileri aşarak delice esmeye koyulmuş. Bundan korkan zalim kargalar yuvalarına kaçmış. Bizim Bülbül ise doğruca Sevilen Gül’e koşmuş ve onun fırtınadan kırılmak üzere olan gövdesinin önüne kendini kalkan etmiş. Ama ne mümkün… Bir süre sonra dayanamaz hâle gelmiş, eli ayağı güçten kesilmiş, kanatlarını geremez havada duramaz olmuş. Sevilen Gül’ün hayretli nazarları altında bir an için geri dönmüş ve o anda savrulup Sevilen Gül’ün gövdesine yapışıvermiş. Sevincinden öldüğünü bile anlayamamış!
Fırtına durulmaya başka yerlere gitmeye karar verdiğinde gözler Bizim Bülbül’e çevrilmiş: O kanayan bedeniyle sımsıkı Sevilen Gül’ü tutuyormuş. Akan kanı gülün kökünü suluyormuş. Ölümün verdiği izin bitince yavaşça yere yığılmış. Fırtına sonrası oralara gelen küçük esiciler Bizim Bülbül’ü tozlarıyla örtmüş. Sevilen Gül’ün ayağı dibinde küçük bir mezar tümseği yükselmiş. Olanlardan kendini unutmuş Sevilen Gül, bir an için kendine bakmış. Bir de ne görsün… Bizim Bülbül’den kendine geçen kanlar, bembeyaz çiçeklerini kızıla döndürmüş ve kökünden gövdesine doğru yükselen ılık bir kızıllık içini ısıtmış.
Bizim Bülbül’ün maveradan gelen yalvarıcı ötüşleri çığlık çığlık üstüne… Bu ses bütün semayı bürümüş de gitmiş zalim kargaların yüreklerine korku olup oturmuş. Sevilen Gül, bir kerelik olsun vefa gösterip Bizim Bülbül’ün yerini kimseciklere söylememiş (Vefa yerine cefa diyenler de vardır, doğrusunu ancak Allah bilir).
Sevilen Gül, kızıl güllerin atası sayılmış. Oralar bir daha bülbül yüzü görmemiş! İşte bu bülbül yüzü görmeyiş ve o sesten mahrum olma, olanı biteni bütün açıklığıyla göstermiş. Sevilen Gül ise ömrünün son ânına kadar bir bülbül sesi duyabilme özlemiyle yanmış yakılmış. Bütün bülbüller öteki kızıl güllere gidiyor, kendi semtine uğramıyormuş. O, bu hasret ile kahrolmuş.
Zalim karga sürüsünü soracak olursanız, onlar da Bizim Bülbül’ün sırroluşuyla oraları terk etmiş. O günden bu yana kargaların gül semtine uğraması yasaktır. Ve Bizim Bülbül’ün kanını içmiş kızıl güller her açtığında kendilerine en güzel rengi vermiş olan o ötüşü arar durur. Ve aşkı uğruna can adamış Bizim Bülbül’ün değil de yakınlardaki başka beyaz güllere kızıllık katmanın telaşındaki öteki sevgi müridi bülbüllerin yalvaran ötüşlerini duyarlar. Zalim kargaların gül iklimine ve gül mevsimine yakın karabulut halindeki saldırı ve istila teşebbüsleri ise yine ber-devamdır.
*
Bir ara yakınlarda…
Sevgiye güzelliğe adanmış gönül adlı büyük bir emanet taşıyan ötüşleri kararlı ve acıyla yoğrulmuş uzak maziyi bilen yeniyetme bir bülbülün, iyi tahkim edilmiş karga siperlerini yararak gül mevsimine doğru kanatlandığı görüldü. Bu çılgın uçuş, kızıl bir gül tarafından fark edildi. Ve kızıl gül o lahza bülbül-ü şeydâ için duaya durdu.
Ve aaahh dostlar!
“Dağlara çem düşende,
Bülbüle gam düşende,
Ruhum beden oynar,
Yadıma sen düşende.
Kızıl gül olmayaydı.
Sararıp solmayaydı.
Bir ayrılık bir ölüm,
Heç biri olmayaydı.”