Sonsuz, edebi bir evrende sınırlı ve kırılgan bir yaşamın anlamı, insanın varoluşunu kavrayışına ve Allah’a imanıyla kurduğu ilişkiye bağlıdır. Bu yaklaşımın sonuçları yoktur. Yorumları vardır.
Viktor E. Frankl, insanın anlam arayışını varoluşun merkezine yerleştirir. Ona göre, hayatın anlamı, bireyin yaşadığı acı ve ıstıraplarda bile bulunabilir. Bile diyor zira ağır itham olabilir. Frankl, “Hayatın anlamını neşe, eğlence, mutluluk, üretmek, başarmak vb. ile sınırlandırmak doğru olmayacaktır. Hayatı anlamlı bir biçimde sürdürebilmek bakımından insanların karşılarına çıkan acı ve ıstıraplardaki anlamı da keşfetmeleri önemli bir adım olacaktır,” der. İnsan yaşamının sınırlı olması, yaşam ve anlam itibariyle bu sınırlılık içinde bir değer ve derinlik kazanmaktadır. Bu, bireyin varoluş mücadelesi sırasında anlamı keşfetmesini sağlar. Sınırlı olan ile sınırsız olanı keşif süreci başlar.
Bir diğer kalem Emil Cioran ise hayatın anlamsızlığını en başından kabul ederek, bu anlamsızlık içinde insan olmak kaidesiyle bir anlam arayışına giriyor. Cioran’a göre, “Hayatın anlamı, onun anlamsızlığında saklıdır.” Cioran, bireyin bu anlamsızlık karşısında kendi anlamını yaratması gerektiğini vurgular. Çünkü bu meydan okumadır. Muhatabı hayatın içindeki anlamsızlıktır. Bizatihi anlam değildir. Bu, bireyin kendi varoluşunu anlamlandırma çabasıdır. Toplumdan ırak. Sadece bireysel bir manifestodur. Anlamsızlıkla yüzleşmek, insanı kendi içsel hakikatine yolcu eder, yönlendirir.
Sonsuz, edebi bir evrende sınırlı ve kırılgan bir yaşamın anlamını Heidegger de irdeler. O biraz daha zamanla irdeler. Zamanla ilgilenir. İnsanın zamansallığını merkeze alarak, bireyin kendisini sınırlı ömrü içinde nasıl gerçekleştireceğini sorgular. Aslında materyalist yaklaşımla matematiği de zamandır. Ona göre, insan ölümlü oluşunu kabul etmesiyle hayatın anlamını daha derinlemesine kavrayabilir öğretisini salık verir. Bu durumun farkına varan birey, birey olarak otantik bir varoluşa yönlenir ve yaşamını özünden gelen bir anlamla doldurmak arayışıyla devam eder. Heidegger bu bağlamda, “İnsan, her an bir yoklukla karşı karşıya olduğunu bilerek varoluşunu oluşturur,” diyerek zamansallığın, anlam arayışının temel felsefesi olduğunu vurgular.
Kierkegaard, insanın sınırlı yaşamını zamanın sonsuzluğuyla yüzleştirirken, bireyin Tanrı ile olan ilişkisine odaklanır. İnsanın endişe ve korkularını aşarak Tanrı’ya yönelmesi, yaşamına anlam kazandırır. O, insanın dünyevi ve ebedi arasında bir köprü kurması gerektiğini savunur. Bu köprü, bireyin iman yoluyla Tanrı’nın sonsuz sevgisini kavraması ve kendini bu sevgiyle gerçekleştirmesiyle inşa edilir. İman, bireyi sonsuz bir huzura ve anlam dolu bir hayata taşır. Kierkegaard, “İman, insanın sınırları aşarak sonsuzun kollarında huzur bulmasıdır,” diyerek, bu sürecin varoluşun merkezinde yer aldığını ifade eder.
Bediüzzaman Said Nursi, insanın sınırlı ve kırılgan varlığını Allah’a iman ve kullukla anlamlandırır. İnsanın acizlik ve fakirlik gibi özellikleri, – İnsandaki kusur, kemâlât-i Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-yı rahmetin derecelerine bir mikyasdır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır.- onu Allah’ın sonsuz rahmetine yönelten birer vesiledir.
İnsan, kainatı Allah’ın bir kitabı olarak okuyarak O’nu tanır ve varoluşunu ebedi bir gaye ile taşır. Hayatın bütün zorlukları, tevekkül kaidesi ile aşılır ve işte bu süreçte insan, dünya hayatını ahirete hazırlık olarak değerlendirir. Said Nursi, “İnsan, aczini ve fakrını bilmekle Rahman’ın sonsuz rahmetine sığınır,” diyerek, varoluşun temel dayanağını Allah’a tevekkülde bulur.
O, başka bir yerde, “Dünya bir misafirhanedir; insan burada ebedi bir yolculuğun yolcusudur,” diyerek, dünya hayatının geçiciliğine dikkat çeker. Ayrıca, “Her şey fani, O ise baki; insan, fani şeylere bağlandıkça kırılır ve üzülür,” ifadesiyle, insanın yalnızca Allah’a yöneldiğinde gerçek huzuru bulacağını hatırlatır. Bu anlayış, kainatın her bir zerresinde Allah’ın varlığını ve birliğini görmeyi öğretir. İnsanın yaratılışındaki hikmet, Allah’a ayna olmak ve O’nun isimlerini yansıtmaktır. Said Nursi, “İman hem nurdur hem kuvvettir; hakiki imanı elde eden, kainata meydan okuyabilir,” diye ekleyerek de iman sayesinde insanın sınırlı varlığını, iradesini aşarak ebedi bir anlama kavuşacağını öğütler.
Sonuç olarak, insanın sınırlı yaşamı vardır. O hayatın sınırlılığı o hayatı anlamlı ve derin bir varoluşa götüren bir yolculuktur bir süreçtir. Zamansallık, iman, tevekkül ve anlam arayışı, insanın kırılganlığına rağmen sonsuz bir anlam arayışı kazanmasına yol verir. Heidegger’in zamansallıkla gelen otantik varoluş çağrısı, Kierkegaard’ın imanla kurulan köprüsü, Said Nursi’nin Allah’a tevekkül anlayışı, Frankl’ın acı ve ıstıraplarda anlam bulma çabası ve Cioran’ın anlamsızlık içinde anlam arayışı, insanın faniliğini aşarak, hem bu dünyada hem de ebediyette anlamlı bir bütünlük yakalaması yolculuğuna eşlik eder.