Kahramanmaraş’tan başlayıp Adana’da sona eren yüzyılın en büyük felaketinin tarihi, 40.000’den fazla kişinin hayatını kaybettiği 7.7 büyüklüğündeki ve dokuz saat arayla 7.6 büyüklüğündeki deprem sarstı gezegeni.
Tarihin aleyhine gösterdiği acımasız olaylara yiğitçe göğüs geren Türkiye’nin 10 evladının yüreğine acı dağlarının çekildiği gece…
Bu gece o çocuklar, misafirler tatlı tatlı uyurken kiminin hayatına son verdi, kimini ömür boyu sakat, kimini ailesiz, kimini çocuksuz, kimini anne, babasız, kimini abla, ağabey, kardeşsiz koydu.
Hafızanın insanın ömrü boyu çektiği acıları, yaşadığı kayıpları silip bir gecenin ağırlığını omuzlanarak hangi taşın altına elini sokacağını şaşırttıran vahim bir facia.
Söylemek istediğim düşünce, kelime, cümle gözümden kaçıyor sanki. Aklım, düşüncelerim orada, o gecenin kurbanlarının, o gecenin tanıklarının ve o gecenin kahramanlarının yanında.
O gecenin kahramanlarının gördüğü çaresizlik ve bu derde deva bekleyenlerin seslenişi, bir çocuğun ışıl ışıl parlaması gereken gözlerini açtırmayan tozu silmek için ona ulaşma çabaları kahramanları da depremzedeler kadar yaralıyor.
Bir gecede sevdiklerini, akrabalarını, ailelerini kaybeden, yıllarla bin bir eziyete katlanıp alıp döşedikleri evlerinin yıkılmasına tanık olan, saatlerce kışın sert soğuğunda kalan insanları düşündükçe yüreğimiz kan ağlıyor.
Haber programlarında ve sosyal medyada depremzedelerin (onlara bu facianın canlı tanıkları da diyebiliriz) yaşadıklarını duydukça bir an kendimi onların yerindeymişim gibi hissediyorum.
Biraz hastalanıyoruz, bir yerimiz ağrıyor, hemen inleyip doktora koşuyoruz. Ev biraz soğuyor, bu yüzden ısıtıcının sıcaklığını arttırıyoruz. Yemeğin biraz geç gelmesinden şikayet ediyoruz.
6 Şubat’tan bu yana aklımdan bu düşünceler geçiyor, beni yalnız bırakmıyorlar.
Kalbimizi kıran felaketin 20ci. günündeyiz.
Yirmi gündür binlerce insan, her taşın ve duvarın altından duyabildikleri o dağıntılar altından sevdiklerinin sesini umutla bekliyor.
Her ses, her inilti insan için bir sevinç, bir umuttur.
Acımız büyük, yaramız sarılsa da sonsuza kadar iyileşmeyecek bir yara yüreğimizde taşınacak.
10 şehir, 10 yaralı anne…
Evlatlarından kimi evsiz yuvasız, kiminin mezarında adı bile meçhul kaldı.
Bu deprem tarihte görülmemiş bir trajediydi.
Dünyanın birçok yerinden deprem bölgesine yardıma gelen ve yardım gönderen insanlar var.
Türkiye’yi sevmeyen ülkeler bile yardımlardan kaçınmadı.
Bir örnek var, “Çakal dostum olacağına aslan düşmanım olsun.”
Bu faciayı kendi çıkarları için kullananlara çakaldan başka ne denir ki?
Onca insanın acısına rağmen onlardan çalan, yardımları yağmalayan, kamyonları, arabaları bloke eden, yardımlara el koyan insana çakaldan başka ne denir?
Milletin gözünden yaş değil kan akarken, iktidarda olanları milletin gözünden silmeye çalışanlara, yabancı “ağabeylerine” kepçe olanlara ne ad verilir?
Bu dünya borç dünyasıdır. Yaptığı iyilikler de kötülükler de bir gün mutlaka insanın karşısına çıkacaktır.
Atalar bu sözü boşuna söylememişler: “Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner.”
En son umutlar ölür. Bu felakette sevdiklerini kaybedenlerin umutlarının ölmesine izin vermeyelim.
Onların acılarını tamamen iyileştiremesek de en azından o yaraların sarılmasına yardımcı olalım.
Bu zor günlerde yalan ve ikiyüzlü haber ve paylaşımlar yerine herkes vicdanına kulak versin, “provokatörlerin” kardeşi kardeşe düşman etme çabalarına son versin.
Türkiye tarihine, bu ülkenin neler yaşadığına, kaç acıya çare bulduğuna, kaç düşmanını delip geçtiğine bir göz atalım.
Bu Devlet her zaman bütün zorlukların üstesinden gelmiştir ve yine de gelecektir.
Bugün siyasi veya dini inancı ne olursa olsun herkes yumruk gibi birlik olursa, bütün zorluklar geride kalabilir.
Bunun için umut edelim. Yüce Allah ümitlerimizin ölmesine izin vermesin.