Yağmurlu havada düşünürüm, zamana çok mu anlam atfediyoruz diye. Bunun değerini, geçmişteki güzel anıları, hayatını kaybeden yakınlarımızı hatırlayınca anlarız. Bazı zamanlar ise önümüzde duran saat dilimlerinin kocaman bir girdaba dönüştüğünü zannederiz. Oysaki zaman herkes için aynı anda akıp gitmekte; yalnızca bizim zihin dünyamızın takıntı haline getirmesiyle kimi zaman çok hızlı, kimi zaman çok yavaş akış içerisinde gerçekleşir.
Ben de karantina sonrası saatlerin çok hızlı geçtiğini, günlerin arkasından bir atlıya yetişir gibi telaşa giriştiğini düşünenlerdenim. Tam bir şeyi yazmaya çabalarken saati kontrol edince aradan bayağı bir zaman geçtiğini fark ediyorum.
Buradaki önemli nokta, yazıyı bitirme çabam kesinlikle olmamalı. Ancak bu olay her yaptığım işte karşıma çıkınca artık kanıksama noktasını kabul etmiyorum. Örneğin, tam bir kitabı güzel bir kahve veya çay eşliğinde okuyup bitirmeye hazırken, birden saate bakınca zamanın bir hayli geçip geceye yaklaştığını görüyorum.
Bu örnekleri daha fazla çoğaltmak mümkündür. Ancak buradaki en temel kıstas olan köy ve şehir hayatını da hesaba katmak haliyle gereklidir. Bunun etkisini düşünen birçok insan, dijital ve modern hayattan ufak bir kaçış olan “sosyal medya detoksu” ya da “doğaya (köye) dönüş” için çoğu zaman gelir durumuna göre -genellikle sosyal medya fenomeni veya cemiyet hayatının popüler isimleri- şehir hayatından kopma adı altında doğayı yok ederek mütevazı(!) ultra lüks çiftlik evleri inşa ederler. Ancak olan yine onlara özenen masum garibana olur. Onlara özenip birçok yerden borç edinilir ve en azından onlara yakın olduğu varsayılan birkaç km ötede bulunan arsada yer alınıp prefabrikten bozma ucuz(!) maliyetli evler inşa edilir. Sonuç ise tahmin edeceğiniz üzere koca bir hiçtir.
Sosyal medya detoksu ise yine amacından saptırılmaya oldukça uygundur. Kimisi ünlüler yaptığı için kendini sosyal medyadan ve telefondan uzak kaldığını sanır. Ancak bu defa kimi, kendini sigaraya, alkole ve abur cubur gibi nice zararlı alışkanlıklara esir eder. Ortada ise ne zamandan tasarruf, ne de o ünlünün tavsiye ettiği kavramın geçerliliği kalır.
Bu iki kavramın gerçek uygulama biçimi, kendi ilgi alanımızı keşfederek yeni alışkanlıkları hayatımıza katarak eğlenceli ancak aynı zamanda verimli hobiler edinmektir. Bunu yapmaktaki en büyük amacımız, öz benlik denilen kavrama erişmek olmalıdır. Sonuçlarını kısa vadede göremesek de uzun vadeli hayat tarzımızda oluşan değişikliklerle birlikte daha araştırmacı aynı zamanda duyarlı bir birey oluşumunda ve bağımlılıkların beyin hastalığı olduğunu ve bu hastalık durumunda bilinçli bir biçimde sıyrılmamızı daha çok kolaylaştıracaktır.
Sonuç olarak, zaman kavramının değerini bilmek, sosyal medyanın basma kalıp kült etiketlerinden ve dayatmalarından sıyrılarak hayatın değerini anlayıp kavramaktan geçer. Kimisi bunu dua ederek, kimisi ise meditasyon yaparak geçirir. Arkadaşlık ilişkileri takipten çıkmakla, spam atarak veya küfür ve hakaret içeren yorumlarla zedelenmemelidir. Hayatımız, takipçi sayısıyla ölçülemeyecek kadar değersiz değildir. Zira sosyal medyanın ömrü, kullanılan cihazın batarya ömrü kadar uzundur. Batarya ömrü tükendiği zaman önümüzde duran capcanlı ve kocaman bir hayat bizleri bulacaktır. Ancak önemli olan, bunun farkında olup macera ve hüznün ortaklaşa buluşup kaynaştığı hayat serüvenini en büyük doruk noktasında yaşayıp kavramaktır.
“DEMOKRASİ VE MİLLET İRADESİNE UZANAN HER EL HALKIN SIRTINA VURULAN BİR HANÇER GİBİDİR.”
YAKLAŞIK 8 YIL ÖNCE DEMOKRASİMİZE KASTEDEN 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNİ KINIYOR, HAYATINI KAYBEDEN ŞEHİT VE GAZİLERİMİZİ RAHMETLE ANIYORUM.
DAHA GÜZEL GÜNLERDE BULUŞMAK ÜMİDİYLE…