Elimize, hemen şimdi çocukluğunuzdan kalma bir fotoğrafınızı alın… Ve o fotoğrafı çektiğiniz andan şimdiki zamana nasıl geldiğinizi bir düşünün… Ne kadar sürdü bu düşünme? Otuz saniye mi? Yoksa daha az mı? Hâlbuki ne kadar da eski bir anıydı değil mi? Belki de yıllar yıllar önceydi. Peki böyle olmasına şaşırdınız mı? Bu kadar uzun bir zamanın bir çırpıda gelip geçmesi tuhafınıza mı gitti? Bu olabilir mi dediğinizi duyar gibiyim. O zaman cevap verebilirim. Olur, hem de bal gibi olur. Hatta biraz daha ileri gideyim, sizler bugünden sonra onlarca yılı daha geride bırakacak ve bu yılların da göz açıp kapayıncaya kadar nasıl da hızlı geçtiğine tanık olacaksınız.
Aslında önemli olan şey hayatın nasıl bu kadar hızlı geçtiği filan değil bence. Zira bunun bir öneminin olduğunu düşünmüyorum ve kabul etmek gerekir ki bunu engellemenin bir yolu da yok. Ama bildiğim bir şey var ki zamanı tutamayacak olsak da bu zamanı nasıl kullanacağımız bizim elimizde ve bence asıl önemli olan da bu. Yani zamana hükmetmek bugünkü koşullarda imkansız, ancak bu zamandan nasıl faydalanacağımız bizim kontrolümüzde.
Bunu neden söylüyorum biliyor musunuz? İnsanlara verilen en adil şey zamandır. Zira herkes için bir gün 24 saat, bir yıl 365 gündür. Kimseye ne bir dakika fazla verilir ne de bir dakika az. İşte bize düşen bu zamanı olanaklarımız doğrultusunda en iyi şekilde geçirmek. Ve yıllar sonra daha az “keşke” deyip daha çok “iyikilerle” başlayan cümleler kurmak. Bunu başardığımızda hayatın nasıl aktığıyla değil ne kadar doyum yaşadığımızla ilgileneceğimizden adım gibi eminim.
Şimdi de, “bu saatten sonra bunları bilmek neye yarar, hayatın önemli bir kısmı geride kalmışken” diyorsak, şunu belirtmek isterim ki, hiçbir zaman güzel bir şeye başlamak için geç kalmış sayılmayız. Yaşamın her evresi güzel geçirilmeye ve olabildiğince tat almaya namzettir. O yüzden hayatı daha fazla ertelemeden hemen şimdi kendimizi bir silkeleyip hayatın bizden beklediği şeyleri yapmaya ne dersiniz?