Küçük bir çocuğun gözlerinde unuttum gülüşlerimi…
Ben büyüdüm ama gülüşlerim hep orada kaldı.
En çok çocuklara yakıştı gülmek.
Büyüdükçe inadına kirlettik tebessümlerimizi. Naylon baharların naylon güllerini sunduk sevdiklerimize. Sonra naylon aşklar doğdu ve onu takip etti naylon ayrılıklar…
Kelebekler özgürce uçmadı gökyüzünde; çünkü fabrika bacalarına gerek kalmadan, nefesimizle kirlettik bembeyaz bulutları…
Nazlı nazlı akan derelerimiz vardı. Şimdi küçük bir çocuğun gözyaşlarında kaldı berrak sular.
Şarkılar söylerdik küçük derelerde yüzerken. Ruhumuzda işlerdi çağıldayan su sesi. Kendimize ait bestelerimiz vardı; hiçbir kitapta yazmayan ve hiçbir bestekârın besteleyemediği.
Ağaçlarının gölgesinde, ceviz yapraklarının kokularında yıkardık düşlerimizi. Sonra eski değirmenin oluklarında durulardık.
Sonra biz büyüdük, denizler çıktı önümüze. Hırçın ve dalgalı… En çok yakamozların büyüsüne kapıldık. Ömrümüzü yavaş yavaş çeken girdapları fark edemedik. Kulaç atmaya çalıştık güneşe doğru.
Taşlı, çamurlu yollarımız vardı; bir çocuğun hayalleri kadar uzun…
En çok papatyalar gülerdi bize, güneşle yarış edercesine.
Tahta arabalar taşırdı bizi sonsuzluğa doğru. Tahta arabalar konuşurdu; dilinden anlardık. Tekerlek seslerinin notaları dökülürdü yollara, cebimizden.
Sonra biz büyüdük, yollar büyüdü; bir örümcek ağı kadar karmaşık hale getirdi hayatımızı.
Önce papatyalar öldü. Tahta arabalar yanıp kül oldu. Notalar sustu.
Yollar uzadıkça daha da çok insan girdi hayatımıza.
Yol ayrımında önce yanımızdakiler terk etti bizi. O vefalı arkadaşlıklar küçük bir çocuğun hayallerinde kaldı.
İnsanları tanımak hiç bu kadar zor olmamıştı.
Güvenmek istedik, güvenemedik; sevmek istedik, sevemedik.
Bel bağladıklarımız, en çok acıyan yanlarımızdan vurdu bizi. Sol yanımızdaki yara hiç iyileşmedi.
O çocuğun gözlerinde kaldı masumca, karşılıksız, çıkarsız sevmek.
Kuşlara olan aşkımız başka türlüydü. Seslerine vurulurduk en çok. Onlar, hiçbir müzik aletinin çıkaramadığı melodiler sunardı bize.
Büyüdük, sustular. Sustu zaman. Zamansız ağladığımızda, azgın dereler kendini taşlara vurarak parçaladı.
Küçük bir çocuğun gözlerinde kaldı yaşamak…
Sonrası… Yaşadığımızı sandık.
Ve tahta arabalardan dökülen notalar, hayallerimizi süsleyen yollarda kaybolup gitti…