Talih

76 Görüntüleme
9 Dak. Okuma

Fatma her zamanki gibi ahırda oturmuş, düşünüyordu. İşini yeni bitirmişti. Çok yorulmuştu ama oturması ve dinlenmesi yasaktı. Gerçi nefes alması bile yasaktı ama yine de işlerini çabuk yapıyor, laf işitmemek için hızlı hareket ediyordu.

Fatma, doğar doğmaz anne hasretini tatmıştı. Annesi Fatma’yı doğururken vefat etmiş, daha dünyaya merhaba demeden hayat ona acı tokadını vurmuştu. Babası bu durumdan Fatma’yı suçlu bulmuş ve halasına bırakmıştı. Halası da Fatma’ya bakmış ama Fatma on yaşına gelince de bakamayacağını söyleyip onu babasına vermişti. Babası da bu süre zarfında evlenmiş ama bir türlü çocuğu olmamıştı. Fatma’nın üvey annesi önce Fatma’yı kabul etmemiş ama eve bir bakıcı lazım olduğu için Fatma bakıcı olarak eve alınmış.

Fatma, üstü başı perişan bir hâlde ahırda yatıyordu. Bakımsızlıktan tırnakları simsiyah olmuş, saçları dağılmış, elbiseleri çamur ve samanlarla dolmuştu. Yolda kendisini görenler yolunu değiştiriyor, acımayla karışık bir bakış atıp yanından geçiyorlardı. Fatma’nın banyo yapması da yasaktı. Bazen derede yıkanır ama sabunun olmayışı nedeniyle bedenini yeterince temizleyemezdi.

Fatma için günler kâbus dolu geçiyordu. Her gün ya babası ya da üvey annesi onu döver, olmadık hakaretler ederdi. Üvey annenin çocuğu olmadığı için Fatma’yı çok kıskanırdı. Sanki evladının olmayışının sebebi Fatma’nın eve gelişiymiş gibi sürekli zavallı çocuğa eziyet ederdi.

Fatma için hiçbir teselli yoktu. Sevgiyi hiç tatmamış ama sevmeyi çok iyi bilirdi. En büyük sevgiyi de yaşlı ineklerinden aldı. Her gün geceleri onunla konuşur, içindeki bütün sırlarını ona anlatırdı. Yaşıtlarıyla oynayamadığı oyunları ineğiyle oynar, onunla dertleşirdi. Bilmediği oyunları yaşlı dostundan öğrenir ve öğrendikten sonra da hemen uygulardı. Beraber şarkılar söyler, akşam da beraber uyurlardı.

Gündüzler hariç Fatma için hayat iyi gidiyordu. Çünkü gündüzleri bütün hayvanları otlatmaya götürüyordu. Güneşin karşısında akşama kadar kaldığı için yüzü ve vücudu simsiyah olmuştu. Bir çocuktan beklenmedik işler yapıyor, babasının kızmaması için hiç ısrar etmiyordu.

Aradan yıllar geçiyor, Fatma iyice çöküyordu. Genç bir kız olmasına rağmen şimdiden elli yaşında gösteriyor, yaşıtları evlenmesine rağmen kimse onun yanından bile geçmiyordu. Herkes onunla dalga geçiyordu. Artık ağlamanın bile ne olduğunu bilmiyordu. Duygusuz biri olmuştu ama sevgiyi unutmamış, içinde sürekli bir umut bırakmıştı.

Bir gün yaşlı ineği artık sonunun geldiğini söyledi. Ama üzülmemesi için Fatma’ya iki sır bırakacağını söyledi. Eğer bu iki sırrı yerine getirirse ömür boyu çok mutlu olacağını belirtti. Fatma çok sevindi. Dünyada hiçbir umudu kalmamıştı. İneğinin sözleriyle kendine geldi. İneği anlatmaya başladı:

– Bir ot var, güzellik otu. Sana tarif edeceğim yere gideceksin. Bu ot çok nadir bulunan bir ottur. Otu bulduktan sonra sıcak suyun içine koyacaksın. İyice beklettikten sonra o suyla derede bir güzel yıkan. Bu ot sayesinde o kadar güzel bir kız olacaksın ki görenler inanamayacak, herkes sana hayran kalacak, güzelliğin dillere destan olacak.

– Vereceğim diğer sır da, artık yaşlandım. Yakında baban beni kesecek. Beni kestikten sonra sakın kemiklerimi atma. Bütün kemiklerimi topla ve getirip benim şu an bağlandığım yere göm. Bu kemiklerin hepsi devasa bir hazine olacak. Sonra bu altınları çıkar. Bu memleketin en zengini olacaksın. Sakın unutma, bulabildiğin kadar benim kemiklerimi topla. Hepsi senin için servet olacak.

Gel zaman git zaman, bir gün hayvanlarını ineğin tarif ettiği yere götürdü. Tam da tarif edildiği gibiydi. Otu kopardı ve yanında taşıdığı su küpünün içine koyup güneşin karşısında iyice ısıttı. Sonra derede bir güzel yıkandı. Olacakları şimdiden merak ediyordu. Acaba ineğine güvenerek yanlış mı yapmıştı? Hayır, kesinlikle ona çok güveniyordu. Bu hayatta tek dostu oydu.

Yıkandıktan sonra suda kendisine bakmak istedi. Eğilip suya baktığında az kalsın küçük dilini yutacaktı. Bu kız da kimdi? Ona böyle ne olmuştu? Sıska, çirkin ve her tarafı berbat olan kız gitmiş, yerine olağanüstü güzellikte bir kız gelmişti. Rüyada falan değildi. Emindi. Bu kendisiydi. Bir mucize yaşıyordu sanki. Aklı hayali durmuştu. Ne yapacaktı şimdi? Bu güzelliği şu an memleketin hiçbir yerinde yoktu. Kimse kendisine inanmayacaktı. Eski Fatma gitmiş, yerine inanılmaz güzellikte bir kız gelmişti. Böyle bir şey ancak masallarda olabilirdi. İnanamıyordu bir türlü. Kendine yabancılaşmıştı bir anda. Artık yapacak bir şeyi yoktu. Her şeyi zamana bırakıp hayvanlarının yanına döndü.

Akşama kadar hayvanlarını otlattıktan sonra eve gelmek için hayvanlarını topladı. Köyün girişinde kendisine doğru gelen traktörü görünce hayvanlarını kenara doğru sürdü ama traktörü sürenin geçip gitmeye hiç niyeti yoktu. Değişim varlığını ilk defa gösteriyordu. Kendisini hizmetçi bile almayan ağanın oğlu görmüştü onu. İrkildi önce, başını eğdi ama nafileydi artık. Ağanın oğlu Ali traktörden aşağı indi ve yanına geldi. Yanlış görmüyordu. Hayatında görebileceği en güzel kadına bakıyordu. O kadar hayran bakıyordu ki sanki cennetin en güzel hurisine bakar gibi bakıyordu. Ardından:

– Ömrümde bu kadar güzel bir kızı ilk defa görüyorum. Nesin sen, in misin, peri misin? Ne işin var bu hayvanların yanında? Benim bildiğim, bu kadar güzellik ancak saraylara layık olur. Lütfen ismini bağışlar mısın bana, prenses? Yalvarırım, beni kırmayın.

Fatma ilk defa bu kadar güzel söz duymuştu. Önce çok korkmuş ama Ali’nin samimi laflarından sonra korkusu geçmiş, kendini açmaya karar verdi…

– Ağam, ismim Fatma. Aşağıda babamın ahırına bakıyorum. Annem ben doğarken ölmüş. Üvey annem ve babamla yaşıyorum. Gündüzleri de hayvanları otlatmaya çıkarıyorum. Evimiz hemen şu aşağıdadır.”

Ali önce çok şaşırdı. Nasıl olur da bugüne kadar bu kızla karşılaşmamıştı? Halbuki her gün bu yoldan geçerdi. Her gün buradan sadece saçı dağınık, üstü perişan çoban bir kız geçerdi, o kadar. O kızın bu kız olması imkansızdı. Kimdi bu kız? Dediği gibiyse eğer, bu kızın peşini bırakmamalıydı. Evlenmeliydi bu kızla. Aklı başından gitmişti. Periler köşküne layık bir kızın nasıl olur da bu halde olduğunu bir türlü aklı almıyordu.

Fatma gittikten sonra en az yarım saat oturup düşündü. Sanki rüya görüyordu. Kendini cennette hissetmişti. Eli ayağı titriyordu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi hissediyordu. Sanki görünmez bir el yüreğine kor ateş düşürmüştü. Aşkın en saf ve en hassas yerini hissediyordu. Yüreği yerinden çıkıp dile gelecekmiş gibi oluyordu. Hangi taraftan bakarsa baksın çıkmazın içindeydi. Acele etmeliydi. Babasına gidip bu kızı kendisine alması için yalvarmalıydı. Bir dakika bekleyecek zamanı yoktu.

Fatma’daki bu değişime hiç kimse inanmadı. Üvey annesi ve babası, bu güzel kızın Fatma olduğuna inanmamıştı. Fatma’yı evden kovdular. Ama Fatma’nın daha yapacak çok işi vardı. Ağa geldiğinde Fatma boynu bükük bir şekilde ağlıyordu. Fatma her şeyi ağaya anlattı. Ağa, Fatma’yı alıp evine götürdü. Hemen Fatma ile oğlunun nikahını kıydı. Dillere destan olacak bir düğündü. Fatma’daki değişimler etkisini çokça gösteriyordu.

Gel zaman git zaman, Fatma bir gün yaşlı dostu olan ineğinin kesildiğini duydu. Hemen ineğinin verdiği sırrı kocasına anlattı. İkisi beraber gidip bulabildikleri kadar kemik toplayıp ahırda, yaşlı ineğin kesildiği yere gömdüler. Aradan bir gün geçince kemikleri koydukları yeri kazınca az kalsın düşüp bayılacaktı Fatma. Kemiklerin hepsi ağırlığınca altın olmuştu. Hemen altınları çuvallara doldurup eve gittiler.

Fatma artık hem çok güzel bir kadın olmuştu hem de dünyanın en zengin ağa karısı olmuştu. Keyfine diyecek yoktu. Ama dönüp geriye baktığı zaman değişimin kendisinde bıraktığı sonuçlara inanamıyordu. Keşke babası ona daha iyi davransaydı. Keşke annesi ölmeseydi. Ama yapacak bir şey yoktu. Olan olmuştu artık. Gidene üzülmezdi elbet. Sevilmeyen kalbi sevmeyi çok iyi biliyordu. İncinmişti. Hem de çok incinmişti. Ama o incitmeyecekti. Ne pahasına olursa olsun kendisine yapılan kötülükleri unuttu ve babasının evine gitti. Onları orada bırakamazdı. Gidip ikisini de evine getirdi ve onlara ömür boyu bakacağını söyledi. Artık Fatma’dan mutlu kimse yoktu. Kim olursa olsun, yapılan kötülüğe iyilikle karşılık vermek iyi insanların işidir. Fatma bunun bilinciyle hareket ediyor, bunu herkese anlatıyordu.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version