Taş kadar ağır, kum gibi dağınık vakitler,
Kül rengi bir sabah, İstanbul’da yoğun sis var.
Ekmeklerden bina edilmiş kırıntılar, masada dünya,
Yanında ısıtılmış iyi niyetlerimiz -dünden kalan artıklar-
Gazeteler acıların karargahı, handikapların,
Et, kemik kalıntılarıyla dolu şişkin kursakları –neyse-
Çırpılmış yumurtayla omlet yapalım haydi!
-iç malzeme bolca, sömürülmüş, insan.
Manşetlerle cilveleşiyor, başkalarının dertlerini.
Okuyor, geçiyorken yudumluyor çayını, insan.
Öğrendikçe bilge olmak adınaydı hayalleri,
Yuttukça posalaşmış harfleri azalıyor, insan.
Tanışıyor ve taşınıyoruz öksüz rüyalar şehrinden,
Şişirilmiş egolar kulak tırmalayan ekolar,
Trafik var, günlerden cuma, haydin felaha diyor hoca camide!
Kelaynaklar kaplumbağalar kediler direksiyonlarda,
Yazılar tavşanlar büyük başlar var sureti, insan.
Hoyrat rüzgarlar esiyor, dağılıyor mantık, felsefe elan,
Yarılıyor gök, düşüyor bulutlar, eşitleniyor hünkar ve köle,
Limonlu ada çayıyla geçmez –bir güceniklik var üstümde,
Kimya bozuldu mu bir kere, kokuşuyor, insan.
Akşam olsun, çanak çömlek patlasın, evimize dönelim.
Yalnız olduğumuz kadar kalabalığız,
Titrek bir kandil ışığı gibi, bir üflemeyle sönmeye hazır,
Susmak! birikmiş fay hatları susmak, ha çatladı ha çatlayacak,
Kalbimde kasaba tenhalığı, elimde karalanmış bir sayfa, insan.
Emeğinize yüreğinize kaleminize sağlık.