Tuhaf gelir insana mermerden bir sütun, taştan oyulmuş üryan bir heykel, hatta ayıplanır avret yerlerinden ötürü, işte tam bu yüzden tüm tarihi kalıntılar alelade insanlar için beyhude taşlardan ibarettir.
Ancak bakış açısı çok önemli bir istisnadır. Önemli olan herhangi bir şeye nasıl baktığınız ve sonrasında o bakış açısı ile yaptığınız yorumlardır ve kesinlikle doğru yorum, doğru bakış açısından kaynaklanır.
Sanatı, olduğu gibi görürseniz hiçbir şey anlamaz, hatta sanatçısına ahmak deme cüretini bile bulabilirsiniz. Fakat kimse o sanatçının o resimde ne anlatmak istediğini kolayca anlayamaz, bunu ancak sanatçı gibi bakan anlayabilir. Dolayısıyla sizin eserden bir şey anlamamanız sanatçının suçu değil sizin bakış açınızdan öte gelir, hal böyleyken Tarih gerçek bir yaşanmış sanattır.
Bir lahit düşünün, Bizans imparatorluğu döneminden günümüze gelmiş, bir imparatorun bir zamanlar içinde yattığı, taştan bir mezar. Ona sadece mezar olarak baktığınızda, sadece bir mezar görerek çok büyük bir yanılgıya düşersiniz. Zira öylesine ince ayrıntılar vardır ki anladığınızda kendinizi mucizeye bakarken bulursunuz.
Lahit bin sene öncesine aittir, hiç düşündünüz mü bundan bin sene önceki hayatı, bin sene önceki yaşamı ve İstanbul’u yahut eski adıyla Konstantinopolis’i. Onun sakinlerini, eski insanları, eski Bizans’ı hiç düşündünüz mü ? Atam Fatih’in fethinden önce Konstantinopolis’inin sakinleri Bizanslılar bugün bizlerin içinde yaşadığı İstanbul’un o zamanki sakinleriydi. Düşünmeye devam edelim.
Peki ya öylesi bir Orta Çağ döneminde, özenle taşların işlenmesi ile bezenmiş lahit ve bu işçilik muazzam değil midir? Peki ya bunu yapan işçinin ne zorluklar ile yaptığını, üzerinden kaç para kazandığını, yaşlı mi yoksa genç mi olduğunu, o dönemde nasıl bir yaşam olduğunu vesaire.
Peki lahitin nerede yapıldığını, eski yerleri düşünsenize, İstanbulda sokaklarda yürürken belkide eski bir sarayın üzerinde yürüyorsunuz yada bir evin eski konumunda geziyorsunuz belkide habersizce Bizans’tan kalma yerlerde yaşıyorsunuz ya da eski bir Konstantinopolis hamamında yürüyorsunuz ama bugün orası yoldur.
İstanbul’a aşık olup ta insanın tarihi sevmeme lüksü olamaz aksi halde samimi bir aşk olmaz zira tümüyle kadim zamanlardan günümüze gelmiş bir tarih silsilesi den bahsediyoruz. Byzantion, Nova Roma, Bizans, Osmanlı işte birbiri ardına binlerce yıllık tarihler bu şehirde hem saklı hemde gözümüzün önündeler.
Peki ya lahitin içinde bir zamanlar yatan imparatoru hiç düşündünüz mü? O devrinin belkide en saygı duyulan adamıydı, yaşadığı dönemde asilerle yahut entrikalarla boğuşmuştur, belki de onlarca savaş gördü, çoğunu kazandı ama savaşın birini kaybettiği için o lahitin içinde yatıyordur. Bu bilinmez fakat ufkunuzu olabildiğince açın, sonunda ayrıntıyı göreceksiniz, bilahare tarihi layığıyla anlayacak onu istemeseniz de seveceksiniz. Tarihî bir objeye bakış açınız İngiliz yazar Sir Arthur Conan Doylenin yazdığı Sherlock Holmes karakteri gibi olmalı. Tüm olay ince ayrıntıların içinde gizli yatıyordur.
İstanbul arkeoloji müzesinde onlarca hatta yüzlerce eser inceledim hepsine ayrı bir hayranlıkla bakakaldım.
Bizans döneminden kalma taş yazıtlar vardı, üzerinde döneminin müthiş izleri yatıyordu, bir Bizanslının yazdığı sözler vardı, adeta bu güne mesajlar veriyordu. Onlarca sütun, lahit, heykeller, büstler, sonra anlaşmalar Bizans öncesinden bile onlarca eser var.
Tarih günümüzden bir saniye önce başlar ve insanın yaratılışına Adem ile Havaya kadar uzanır gider. Oradan tekrar günümüze doğru gelmeye çalıştığınız da tüm tarihi görürsünüz. İnsanlığın ikinci babası Hz. Nuh’u (a.s.) sonrasında tufandan kurtulan ve dağılan insanların yeniden çoğalması özetle, Truvalılar, Yunanlılar, Persler, Hititler, Sümerler, Akadlar, Spartalılar, Makedonyalılar, Mısırlılar, Çinliler, Germenler, Saksonlar, Vikingler, Romalılar, Bizanslılar, Hunlar, Göktürkler, Selçuklular, Osmanlılar, kısacası tüm Türkler, Cenevizliler, Moğollar hatta Herodot’un bahsettiği ama hala izi bulunamayan Atlantisliler. Günümüze kadar belirli zamanlarda tarih çarkı sürekli döndüğünde tekerrür etti. Belirli bir zamanda çeşitli uygarlıklar, antik çağdan, orta çağa oradan yeni çağa ve en son olarak modern insanın çağı olan günümüz yakın çağına kadar gelmişti.
Dünyamız günümüz tarihinde 4.54 milyar yıl yaşında olduğunu düşünürsek, buna ek olarak insan türünün 200 bin yıl önceleri ortaya çıktığını düşünürsek.
Arada yaşanan 200 bin yıllık tarihi kesin olarak bilmek mümkün değil, bu yüzden elde olan birkaç bin yıllık arkeolojik bulguların kalıntıları kesinlikle paha biçilemez derecede değerli olduğunu bilerek, ayrıntılı bakış açısı ile yanaşmanızı eskeriyetle öneririm.
Öte yandan bahsettiğim tarihin onlarca çeşidi vardır, ben bir dalını örnek gösterdim ancak birbirleri arasında bölünse de tarih genel olarak her şeyi kapsar, ırklar, dinler, savaşlar, olaylar, zaferler, ölümler, planlar, büyük adamlar, tarihe iz bırakmış milletler ve hatta dinozorlar da buna dahildir. Size tarihin büyük adamlarından, tarih ile ilgili bir kaç örnek söz bırakıyorum, esenlikler dilerim…
Size öyle bir vatan aldım ki ebediyen sizin olacaktır.
(Sultan Alparslan)
Tarih değil hatalar tekerrür eder.
(Sultan Abdülhamit Han)
Çekic olmak istemeyen tarihin örsü olacaktır.
(Adolf Hitler)
Devler gibi eserler bırakmak için karıncalar gibi çalışmak lazım.
(Necip Fazıl Kısakürek)
Yaptığımız veya yapamadığımız her şey tarihin akışını etkileyecektir.
(Arthur Henderson)
Coğrafya kaderdir.
(İbni Haldun)
Tarihin konusu: kavimlerin ve insanların hayatıdır.
(Lev Tolstoy)
Herkes dünyayı değiştirmek ister, ancak kimse kendini değiştirmeyi aklından geçirmez.
(Lev Tolstoy)