Çok eskiden, henüz gözümü dünyaya yeni açtığım bir zamanda koşup ayağımı kırmıştım. Bütün müdahalelere rağmen bir türlü iyileşemiyordum. Hüzün ve ölümü bekleyen hasta gibi sabahları ediyordum.
Sadece babamın bana verdiği destek her şeye yetiyordu. Ayağımın dayanılmaz ağrısını bile hissetmiyordum. Köyde bütün çocuklar oyun oynarken, ben pencereden onları izlerdim. Babam bu durumu fark eder, içten içe üzülürdü. Lakin her fedakar baba gibi, babam da gelip sırtına bindirip götürürdü. Hastanede acıdan bağırırken babamın bir dokunuşu yeterdi iyi olmama.
Gel zaman git zaman tam iki sene sonra ayağım iyileşti. Bu süreçte neredeyse yürümeyi unutmuştum. Ayaklarım tutmuyor, yürürken dizimde acı hissediyordum. Tam pes edecekken yine babam devreye girip eski halime gelmem içim elinden geleni yaptı. Her sabah beni alıp köyün içinde gezdirir, düşerken elimden tutup kaldırırdı.
Hayat benim için dayanılmazdı. Dayanacak gücüm kalmamıştı. Babamın yanımda olmadığı zamanda tek başıma oturup ağlardım. Allah’a dua ederdim ölmek için.
Bir gün sesli dua ederken babamın arkamda olduğunu bilmiyordum. Ses babama gitti. Hemen yanıma oturdu ve:
– “Henüz çok küçüksün, ölmek sana yakışır mı? Söz ver babana. Bir daha böyle dualar etme.” dedi.
Babama söz verdim. Henüz çok küçüktüm. “Bu ölüm de nereden çıktı böyle?” diye içten içe kendime kızardım.
Ve nihayet iyileştim. Aradan yıllar geçti. Büyüdüm… Beni bir dokunuşu ile iyileştiren babam kollarımda kalp krizinden öldüğünde
– “Hayır, ölemezsin. Hazır değilim ölümüne. Daha çok erken. Beni yalnızlığa itme.” diyemedim. Ve babam öldü. Sessizce gitti.
Babam gittikten sonra tam dört kere kalp krizi geçirdim, tutunduğum bütün dallar kırıldı, çok yoruldum, çok toparlandım, çok çöktüm…
Aslında biraz da dargınım babama. İnsan en sevdiklerini bırakıp gider mi?
Keşke toparlanıp beraber gitseydik… Babam bir kişilik öldü, ama geride ölü on kişi bıraktı….
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun