DÜNYA TEKNOLOJİ ÇAĞINDA CEHALETİN KISKACINDA KIVRANIYOR MU? YOKSA BU BİR DOĞUM SANCISI MI?
Her insanın içinde keşfedilmeyi bekleyen gizli bir hazinesi vardır. İnsan ya kendi kendini keşfe çıkar ya da ona eşlik eden biriyle bu yolu kendine aralar.
Bilge insanlar için sadece kendi dertlerini hafifletmiş olmak çözüm değildir. Onlara göre diğer insanlara da yardımcı olmak da gerekir.
Sadece kendi yaşamına dikkat etmenin yeterli olmadığını düşünen, insanlığın geleceğinden kendini sorumlu hisseden, insan modelinden, kendini düşünen, tüm değer yargılarını hiçe sayan, insan modeline geçmiş gibiyiz.
Değer yargıları insana insan olduğunu bir nevi hatırlatır. Görmezden gelinmesi durumunda ise insan onuru ayaklar altına alınır. Çünkü insan değer görmek, diğerinden kabul ve onay almak ister.
CEHALET tam da bu nedenle, toplumun temel dinamikleriyle birlikte, yaşamın her alanında, toplumu pençesine almış görünüyor.
Yanlış anlaşılmasın günümüzde “bilgisizlik” anlamında bir cehalet değil, “öğrenilen” bir cehaletten bahsetmek istiyorum.
Aristoteles’e göre, “Bilgili olmak akıllı olmaya yetmez; akıllı olmak için bu bilgileri uygulamada kullanmak gerekir.”
Günümüzde en önemli fakat dile pek fazla getirilmeyen bir sorun şu ki, insanlar cahil olmayı ve cahilce davranmayı üniversite okuyarak yani “eğitim alarak öğrenmek zorunda kalıyorlar “.
Kültürün yapı taşlarından “dil alanındaki cehalet” dilin insanları manipüle etmek için yanlış kullanılması veya insanları hipnoz etmeye yönelik kullanılmasına yol açabiliyor.
İnsanların yetkin olmadıkları konularda “ahkâm kesmeleri “.
Gazetelerde yazı yazan yazarlar, televizyonlarda programcılar, “yapımcılar tarafından özellikle saldırgan” olmaya yönlendiriliyor, belli bir alanda eğitim almış insanlar iş yapabilme güçlerini kaybetmemek için ‘biz yapmasak başkası yapacak bari biz yapalım düşüncesiyle, kendi bilgi beceri ve etik değerlerini görmezden gelerek yöneticiler tarafından dayatılan saldırgan’ modunda yaptıkları işlerde yararlı oldukları varsayımıyla işlerine devam ediyorlar.
“Yanlış yoldan gitmenin birden çok yolu vardır. Ama doğruyu yapmanın tek bir yolu bulunur. Yanlış yapmak bu yüzden kolay, doğruyu bulmak ise bu yüzden zordur.” (Aristoteles)
Medyanın önemli bir kesimi araştırmadan okumadan kültürel alt yapıdan yoksun birçok konuda kamuoyunu “aydınlatıcı!” yalan üzerine bina edilmiş şeyleri yazabiliyorlar.
Kurumsal kültürden uzak birbirine özenti içinde bir tavırla toplumu dejenere edebiliyorlar…
“Hiç kimse rastlantıyla ya da onun aracılığıyla doğru ve akıllı olmaz.” (Aristoteles)
Mutlaka her insanın sosyal hayatta ve iş hayatında eğitim görmeye ihtiyacı vardır.
Yöneticiler, idareciler, iş verenler, bir nevi eğitimci gibi insan yetiştirme odaklı olmalıdır. Yani kurum kültürüyle ilgili bilgi ve düşüncesi olan, doğru kararlar alınması için gençlere duruşuyla davranışıyla örnek olan bilge insanlara kamuda ve özel sektör de çok fazla ihtiyaç vardır.
Bu bilge kişiler bulundukları alanlara hakim, sorunları objektif bir şekilde değerlendirme becerisine sahip, (içsel olarak) gönüllü kişiler olmalıdır.
Son yıllarda bir işe sahip mutsuz, keşfedilmeyi bekleyen insanlardan söz edebiliriz. Özellikle gençler her koşulda, ne ve kim olduklarını keşfetmek isterler. Eğer gençlere bu yol sağlıklı bir şekilde sunulamazsa, gençler kendilerine yeni yol ve yöntemler ararlar.
Kendisini ifade etme olanağından yoksun her yaş grubundan insanı bekleyen en büyük tehlike, kendisini bulmasına engel olan, ezen baskılayan sınırlayan, aile yada otoriteye karşı GÜÇ KAZANMAK için ya rüşvet çarkına girer veya suç örgütüyle hareket eder.
“Öğrenilmiş cehaletin” ardında yatan ana güdü “özenti”. (Güçlü olma, kendini ispatlama, zenginleşme vb.)
Öğrenilmiş cehalet kişinin bildiğini kendine göre yorumlamasıdır. Özellikle kendi düşüncesine göre algı oluşturma peşine düşmesidir. Yanlışı doğru göstermesi, hakikati perdelemesidir.
Cehalet aslında bilgisizlikten değil, bilginin yanlış kullanılmasından kaynaklanır. Kişinin amacı hakikatin ve hakkın görünmesini engellemektir.
Yüksek tahsil yapan insanların bilgiyi yanlı veya yanlış kullanmaya yönelmesi, toplumsal hafızaya yönelik büyük bir darbedir.
Kazanmak ama çok kazanmak bu bir başarı göstergesidir… Kazanmak çok doğal bir tutkudur. Fakat çok kazanmanın verdiği sarhoşluk içinde, tüm değer yargılarını bilinçsizce yok etmek en büyük kayıptır.
Genel olarak insanlar daha uzun, daha süslü sözcüklerin daha üst düzey bir kültürü yansıttığını düşünür.
Arapça dersine giren öğretmenin ders notlarını çöpe attığı için kutsala saygısızlıkla suçlayan… İdari yeteneği olmadığı halde idarecilik yapan ve idaresi altında ki çalışma arkadaşlarını birbirine kırdıran… Herhangi bir konuda bilgisi olmadığı halde biliyor gözüken insanları manipüle ederek kendi kendinden kuşkulandıran…
İşte “öğrenilmiş cehalet” budur: “Cehaletin bu kadarı ancak eğitimle olur.” denmesinin nedeni de budur.
İnsanlarımızı sanki “cehalet sahibi olmaları için eğitiyoruz”.
Ailelerin maddi manevi desteği devlete olan maliyeti (bir öğrencinin masrafı) “cehalet eğitiminden geçmiş” olmak için mi? Bu soruyu hepimiz kendimize soralım.
Kentli değil ama köyde yaşayan vatandaşlarımızın belki çoğunun ileri derecede eğitimi yoktur. Ama sözlü kültürden gelen bilgi birikimleri vardır.
Geleneksel yöntemlerle nesilden nesile aktarılan sözlü bilgilerle doğanın kucağında yoğrulmuş köylü vatandaşlarımız duygu ve düşüncelerini doğru ve güzel bir ifadeyle dile getirebilirler.
Eğitimli insanlar eğitim aldıkça elde ettiklerini kaybetme korkusu duyabilir .
Bu korku nedeniyle ETİK DEĞERLERİNİ görmezden gelebilir.
“Geçmişi ve geleceği bırak, gününü yaşa” , “nasıl hissediyorsan öyle davran” , “başkaları için değil kendin için yaşa” , “sen de herkes kadar değerlisin, düşüncelerin ve duyguların da onlar kadar değerlidir” gibi doğru cümleleri, felsefi sözleri, her alandaki meslek gurubunun elinde, gelenek, görenek ve kültürümüze ters orantılı bir şekilde bireysel davranışlarının kurbanı olabilir. (Zoom üzerinden ders anlatan hocanın sigara içerek ders anlatması program yapan sunucunun konuklara bağırması) Nezaketsiz ve kültürsüz yani “öğrenilmiş cehaletin” gerekçeleri olmaktadır.
Programına başlarken “Hala ayılamadım” diyen (bozuk Türkçeyle), ilişkilerini anlatan “köşe yazarları” , mecliste birbirine saldıran milletvekilleri, hep bu “öğrenilmiş cehaletin” ürünüdürler.
Her işin başında bulunan sorumluları vardır ve bunlar çalışanları kurum kültürüyle yetiştirmekten yoksun kişiler olabilmektedir.
Öğrenilmiş cehaletin sebebi sadece ebeveynler öğretmenler veya toplumdan aldıkları eğitimle değil de, gündelik hayatta, sahada onları denetleyen “yöneticilerden” aldıkları onaylarla gerçekleştirmektedirler.
Eğitim, ezbercilik içinde kıvranıyor. Kültür yoksunluğu her yerden adeta fışkırıyor. Araştırmanın önemi görmezden geliniyor. Düşünmenin reddedilmesine yönelik eğitim sistemi yerine, düşünen soru soran sorgulayan, araştıran bir öğretim modeline geçiş yapılabilir.
“Öğrenilmiş cehalet kısır döngüsüne” son verilebilir.
Temelden sarsılan toplumumuzu yapıtaşlarının yeniden düzenlenmesi her zaman mümkün… Zararın neresinden dönersek kardır.
Eğitim reformu, geniş kitlelerin uzun kapsamlı siyasal nitelikli çalışmaları sonucunda hayata geçirilebilir projelerle yeniden inşa edilebilir
“Öğrenilmiş cehalet” birçok zekanın körelmesine sebep olur. Akıllı, zeki topluma fayda sunabilecek insanları manen öldürür. Toplumda kararsız başı bozuk tavırlara ön ayak olur.
Her alanda işini iyi yapmak isteyen insanların bıktırılmasına toplum dışına itilmesine sebep olur…
Cehalet tüm sistemi ters köşe eder…
Bireyler hayatlarında anlam ve mana ararken şaşkınlık içinde diğerinin onu manipüle etmesiyle sarsılabilir.
Bir anda insanların ayağı kayabilir. Çünkü hiçbir alanda kurum kültürü (iyi ve iyi olmayan ayrımı) yoktur. Ve kişiler kişisel çıkar peşinde koşar, yönlendirilir.
Menfaatleriyle yol alan, denetimden yoksun kişiler türer. Bu durumda işini iyi yapmak isteyen insanlar acı içinde kıvranırlar.
İnsana bilgi birikimimizi aktarmak, bir insanın ufkunu açmak, inkar dünyasından çıkmak, birbirimizi görmek anlamak ürettiklerimizi anlamlı kılmak zorundayız.
Yaşam deneyimlerimizden bir şeyler çıkarmak onları insanın faydasına olacak şekilde insana hizmet sunabilmek önemli…
Yüreğimizden geçen bilgi birikimi, yüreğimizdeki yaşanmışlıklar, bizi biz yaparken, diğerine bu samimiyet entegre edebilme olanağı ile kendimizi keşfe çıkarız… Bir şeyler yazar, çizer oynarız…
Her insanın adil bir ortamda yaşama tutunma hakkı vardır. İnsana yakışır tarzda muameleyi her insan hak eder…
Saygın bir şekilde toplumda her insanın yer bulması, kendini ifade biçimi, kendinin işe yaradığını hissetmesi önemlidir.
İnsanın doğasında kökten bir değişim beklemek hayal kırıklığı meydana getirebilir. O nedenle mükemmeliyetçilik değil de, bu konularda farkındalık önemli olacaktır.