İnsanların, tembellik geninin pohpohlanıp desteklendiği bir dönemde yaşıyoruz. Giderek daha az efor sarf etmenin yolları, her konu başlığı altında incelenip geliştiriliyor. Hap vitaminler, yiyecekler ve bilgiler gibi en minimalleri de en çok ilgi görenleri diyebiliriz. Bir tane hap alıyorsun ve bütün vitaminlere bir anda kavuşuyorsun. Yersen diyeceğim ama yedirmiyorlar zaten, yutturuyorlar. İşte böyle bir de hap bilgiler sunuyorlar. Hem de her köşe başında. Reklamlarda, filmin ortasında, kitapların sayfa yanlarında, masalların ana fikrinde… Bir bakmışsın, anında inanmışsın hepsine. Hatta o bilgileri kendinden emin bir sıfatla satmaya bile başlamışsın. Bu da bilginin bulaşıcılığı oluyor diye ekleyelim.
Düşünme zahmetine giremeyenlere bir de kendi aklını beğenmeyenler eklenince, iş çığırından çıkıyor. Erdiremiyorlar akıllarını, düşünme denen o yüksekteki işe. Sözde akılları yetmiyor. Birileri onlar yerine hazır düşünmüşken, öğütülmüş gıdaları yutuvermek gibi, hemen sindiriyorlar içlerine bütün duyduklarını. Beğenmiyorlar kendilerini, onlar gibi oluveriyorlar. Bakıyorlar bir de üstüne bu düşünürler ne konuşuyor, nerde ve nasıl yaşıyor diye. Yapışkanlı etiket gibi, giydir soy oyuncağına dönüştürüyor bir kesim kendilerini. Gel de söyle bu insanlara kalıbın dışında buluşalım diye. “Öyle bir yer yok ki” der çıkar işin içinden.
Toplumları ve toplulukları ele alırken uzmanlar, dayanışma ve amaç birliğinin altını çizerler. Ancak günümüzdeki toplum, belirli kelimelerin altına sığdırıp sınırlanamayacak derecede, heterojen bir yapıya büründü. Birçok ayrı özellikte insan toplulukları alt grupları oluştururken, farklı tanımlamalar da ayrık otu gibi var olan bildiklerimizin üzerini kaplamaya yetti. Eski bilgilere güvenip, toplumsal bir olay karşısındaki tepkileri tanımlarken, artık daha genel bir kanı oluşturabiliyoruz. Bunun yanında, maddeler halinde tam yaşanacaklar listesi de yapabiliyoruz. Çünkü biliyoruz, toplumun düşünce yapısının hangi fikir ayrılıklarına kırpılıp dağıtıldığını.
Genel bir bozulma hedef alınıyor. Düzenin tersine olan böyle bir hareket kaosa sebep olacakken, neden böyle bir zahmete girilsin? Bu gayet makul bir soru. Fakat insan psikolojisini iyi bilen birileri var bu işlerin başında. Kafası karışmış ve sığ dünyalık fikirlerle doldurulmuş beyinlerin, erişime açık bir klavyeye dönüştüğünü de iyi biliyorlar.
Deniz tuzunun susuzluğunu geçirmediği gibi doyumsuzluğa neden olan mutluluk reçeteleri ürettiler. “Kendini öncele” tarzında söylemlerle sunulan bir dünya haz paketi verildi insanlara. Buradaki araç evet hazdı ama bunu da doğrudan önümüze koymadılar. Mutlulukla hazzın yerini değiştirdiler. Bütün nefsi cezbedip kabartan haz unsurlarını mutluluk verici minik hedeflere dönüştürdüler. Böylece bir anda duygusal patlamalar yaşayan insanların, bağımlı bir halde, hedefler arası koşturmasını da sağlanmış oldular.
Artık gelişen imkanlar doğrultusunda birçok isteğimize doğrudan ve hızlı bir şekilde ulaşabiliyoruz. Bunun yanında mutsuz insan sayısı da tüm zamanların rekorunu kırmış durumda neredeyse. Çünkü az önce de dediğimiz gibi biz mutlu olmanın ne demek olduğunu unuttuk, unutturulduk. En çok da “an” ile ilgili bir kavramdır mutluluk. O an sahip olduğun, olabileceğin, yaptığın ve yapabileceğin şeyleri doğru analiz etmeyi gerektirir. Mesela dünyanın en zengin insanı da olsan uçan bir kelebeğe bakarken gülümsersin. Şimdi ise kendini kısıtlanmış hisseden kişi o gördüğü kelebeğe gözlerini kapatmayı seçiyor.
Haz bağımlısı bireylerin toplumun içinde kanser gibi yayılması sonucu bozulma hızı ivme kazanmaya devam ediyor. Karşıt olarak manevi gruplar onlarla mücadele edebilecekken de elbette bu tehlikeyi de önceden görüp önlem almışlar. Cahil kanadı yanlış bilgilerle besleyip agresif hareket etmelerini sağlıyorlar.
Yıllarca imam kılığında ajanların arkasında namaz kılmış bu millet, şimdilerde aynı yerden bir daha bıçaklanıyor. Toplum içinde gördükleri bir yanlışı adeta taşlar gibi müdahale eden sözde duyarlı vatandaş hüsrana uğruyor. “Ne kadar da azgınlığa vurmuş bunlar canım. Hiç çekinmeleri kalmamış,” derken asıl beklediklerinin: “Ay çok pardon, iyi ki bana hakaret edip, bağırdınız. Ben de nevrim kaymış bir şekilde günah işliyordum.” Demesidir. Ne kadar yanlış bir beklenti olduğunu ayrıca söylememize gerek yok gibi duruyor. Elbette savunmaya geçip, suçlayıcı sözlerin altından çıkmanın bir yolunu arayacaktır. Buradan da gördüğümüz gibi üslupsuzluk diye de bir sorun var ki apayrı bir inceleme konusu.
Sonuç olarak insan olmak ciddi bir meziyet. Doğuştan elinde malzemelerle doğuyorsun ama onları pişirip özümseyemezsen, insan olmanın yanından bile geçemiyorsun. İlla bir emek gerekiyor. Düşünen varlıklar olarak hayvanlardan ayırırken eskiler, “Hayvanlarda da akıl var ama fikir yok,” derler. O fikir de doğup gelişirken hayat bulduğu akıl yatağını da geliştiriyor. İnsanı bir meleke haline dönüşürken insan ve yaradılışa dair her alanı görebilme yeteneğini kazanman da bekleniyor. Dünya yormak için, Allah sınamak için, kötü insanlar da seni kullanmak için önüne bir sürü veri sunuyor. Yorulmamayı seçenlerin cehenneminde bizler de imanımızı ve insanlığımızı sağ çıkarmaya çalışıyoruz. Ne diyelim, gazamız mübarek olsun!
Çok güzel bir konuya parmak basılmış. Tebrikler.