Bir kurbağa kaynar suya atıldığında tepkisel olarak atıldığı kaptan dışarı fırlar. Aynı kurbağa ılık suyun içine yavaşça bırakıldığında ise kıpırdamadan durur. Suyun sıcaklığını yavaş yavaş arttırırsanız kurbağa bunu hissetmeyecek ve haşlandığının farkına bile varmadan ölümle yüzleşecektir.
Yavaş yavaş katlandığımız her şeye tepkisiz kalmanın anektodudur bu durum.
Gel gelelim esas konumuza… Yanana kadar katlandığımız durumlar, bizi içten içe yavaş yavaş öldürür. Duygularımızı, hislerimizi, ahlaki huylarımızı yok eder. Termometremiz olsa, suyun bizi yakacak dereceye ulaştığını görebilsek, önlem alır, suyumuz ısınmadan kaçışı tercih ederiz; ama yok…
Aslına bakarsanız, beden komple bir termometre aslında! Kabullenmediği, ağır geldiği, zamanla fazla yüklenmeden kaynaklı ağrılar sinyallerle bize suyumuzun ısındığını, içinde bulunduğumuz durumun bize zarar verdiğini ve sıçramamız gerektiğini işaret eder. Bir şeylerin yolunda gitmediğine dair en başta kalbimizin huzursuz oluşu da başlı başına termometrenin yükseldiğinin habercisi değil mi?
Bizi yavaş yavaş eriten olay, kişi, manipülasyon, mobbing vs. algılayamazsak, iş işten geçtikten sonraki sıçramalar, yani kurtulma çabaları için enerjimiz tükenmiş ya da ruhumuz uyuşmuş olacak. Doğal olarak, son çırpınışlar bir işe yaramayacaktır. Gücümüzü yitirip kaçış refleksimizi kaybetmeden, ruhumuza baskı olan her şeye tepki göstermekten geri durmayacağız ama zamanında.
Aşamalı maruz bırakıldığımız ölüm yolculuğu, bize can verdiğini düşündüğümüz suyun kucağında sunulacak! Bundan mütevellit, bize her sunulanın nimet olmadığı gerçeğini kabul etmeliyiz. Zamanında küçük adımların kurtaracağı şeyleri, zamanı geçtiğinde büyük adımlar bile kurtaramaz.
Velhâsıl, zamanında atılmalı adımlar. Mesele suyun kaynar ya da ılık oluşu da değil, bizi suya bırakanın niyeti…
Güzel bir sözle bitirelim: “Kötü niyetle iyi murada varılmaz.”
Niyeti hâlis olanlara çıksın yolunuz/yolumuz, vesselâm…