Kelimelerin sihirli gücüne inandım. Sihirli kelimelerden anlamlı cümleler kurdum. “Şifa” niyetiyle okuduğum besmeleyi hiç bir zaman unutmadım.
Bilinç altımda beni koruduğuna inandığım babaannemle geçirdiğimiz vakitler de kulak kabarttığım dualar vardı. Babaannem uyumadan önce gayba iman ile, gözünü gönlünü coşturur, dualara sarılırdı. “Döndüm soluma, yattım sağıma, melekler şahit olsun dinime imanıma… Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü” Kelime-i şehadet getirir, kendini yaratana teslim ederek uyurdu. Neden bunları söylüyorsun dediğim de, “Lale’m her işe bizi var edenin ismiyle başla ki, bu dünyanın yüklerini sırtına yükleme, onlardan kurtul. Neden, niçin deme huzurlu olmak için yaşa” derdi…
O, güzel günlerden sonra, babaannem duaların iyileştirici gücüne beni emanet edecek, zihnime tevekkül etmeyi bir nakış gibi işleyecekti. O bana bu dünyada tayin edilen bir melek gibi, vazifesini yerine getirmenin huzuru ile ebedi aleme göç eyleyecekti.
Babaannemden miras kalan dualarla bende teselli bulup gözyaşlarımla her gece, başımı koyduğum yastığı ıslatacaktım. Anladım ki içimdeki fırtınaları dindirmeyi başarabilirsem yazgımı istediğim yöne çevirebilecektim. Sonrasında kağıt kalem dostum sırdaşım, arkadaşım olacaktı. Onlarla ağlayacak onlarla gülecektim. Kısacası hayali arkadaşlarla hayatı anlamaya, anlamlandırmaya çalışarak büyüdüm.
Babamın bana hediye ettiği anı defteri en iyi arkadaşımdı… Hiç unutmuyorum, babam gözlerimin içine bakarak yere çömelmiş bana, “Bak Lale’cim seni çok seviyorum, ama gitmem gerekiyor. Her gün yaşadıklarını bu deftere yaz olur mu?” diye yanaklarımdan öpüp çaresizlik içinde beni bir gül gibi koklayacaktı.
O günden sonra anı defterime tüm yaşadıklarımı tarihleriyle ay, yıl, gün olarak yazacaktım. Uzun süredir eski hatıralarımla dolu odaya girmiyordum. Yaşım kadar günlük yazılarım vardı… Bu oda bana bu gün en çok sevdiğim insan için açıldı. Eski eşyaları temizleyip yenilerini almam gerekecekti.
İlk önce eski günlüklerimi okumaya ve çöpe atmaya karar verdim. Yüzleşmek istiyordum. Belki de eskiye ait ne varsa vedalaşmakta diyebiliriz. Cesaretle okumaya başladım.
“Çiçeklerin izini takip etmek, annemle olan hatıralarım, benim gözümde bir çiçek demetini andırıyordu.”
“Sayfa beşe düşen gözyaşlarımın sayısını bilmem imkansız.”
“Bazen dağılırsın, seni toplayacak bir ele ihtiyaç duyarsın ya, bazen de çiçekleri toplayıp bir demet yaparsın.”
“İşte benim annem sürekli dağılıp toparlanan çiçek demeti gibi.”
“Annemin elimi sıkı sıkı tutup bırakmadığı, heyecan dolu anlar da, elimin çok acımasına rağmen anneme.”
“Anne canım çok acıyor diyemiyordum.”
“Anneme diyemediklerini sanıyor musunuz ki!”
“Hayatımda ki diğer insanlara söyleyebildiğimi?”
Hayır…
“Yalnız bir çocuktum.”
“Sevgi zannettiğim şey elimi sıkı sıkı tutan bırakmayan anneydi.”
“Yine de kendimi güçlü hissediyordum, tek sorun annemin gerçekleri kabul etmemesiydi.”
“Anne ben sana yetmiyor muyum?”
“Bana bak gözlerimin içine bak!”
“Beni duuy…”
“Birlikte iyileşelim diye, dağlara taşlara kuşlara içimden haykırmak istiyorum.”
“Düşünüyorum da!”
“Annesini tehlikelerden korumaya çalışan, küçük yaşta büyümek zorunda kalan bir kız çocuğu…”
Defteri aniden kapatıp, mani olamadığım gözyaşlarımı elimle sildim.
“Boş ver bu gereksiz yazıları.” dedim.
Tam hepsini poşete doldurup atmayı düşünürken gözüme ilişen üniversite öğrencileri yazısıyla, koltuğa oturup okumaya devam ettim.
“Bir ay önce başvurduğum, beş şehir, beş kültür, örnek inceleme gezisi kapsamın da gönüllüler arasından çekilişle gidecek olanların isimleri yarın açıklanacaktı.”
“Heyecanlıydım, erkenden kalktım, okula gittiğim de danışman hocamızın kapısın da geziye başvuran öğrencilerin isimleri asılmıştı.”
“Adımı liste de görünce, annemle yaşadığım heyecanın aynısını yaşadığımın farkına vardım…”
“Arayış içinde olduğum muhakkaktı.”
“Her ne arıyorsan bil ki senin için de sende sözünün peşine düşecektim…”
“Gelenek, görenek, çiçek, böcekle ilgilenmek benim yaş gruplarıma biraz tuhaf gelebilir…”
“Ben ve geçmişle hesaplaşma, geleceği yeniden inşa çabalarım hep sürecek sürecekti.”
“Bana hediye olan bu yaşam da, en iyisine ulaşmak hedefim olacaktı,” kelimesinden sonra okumayı bıraktım.
Birden gözlerimi odanın tavanına diktim öylece kalakaldım. Gözümden akan yaşlar sıcacıktı ve içimi ısıtan sevgi selinden geliyordu. Anladım… Kendimi tuttum… Her zaman ki gibi… Yıllardır kafayı yememek için kendini zor tutan bir kız çocuğu… “Seni anlıyorum. Elbette, her yaşanmışlıklar kolay olmadan zordur” dedim.
Geçmişi bu günü, aynı anda okumaya, anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyordum, sebebi yine canım annemdi.”
Arka sayfayı çevirdiğimde gözüme ilişen, Hocanın asistanı odadan çıktı ve seslendi;
“Yarın beşte Ziraat Mühendisliği B blok A kapısının önünden otobüs hareket edecektir,” dedikten sonra.
İhtiyaç listesini elimize verdiler. Okuldan çok mutlu bir şekilde evime geldiğim de, çantamı hazırladım, gece gözüme uyku girmiyor, sabah bir türlü olmuyordu… O olmayan, gelmeyen, heyecanla beklenen vakitler gelmiş yolu neredeyse yarılamıştık bile. Şarkılar türküler söyleye söyleye ilerliyorduk.
Okul gezilerinin en sevdiğim yanlarından biri de, eğlenceli anlarda egoların yok olmasıydı. Hoca ve öğrencinin eşit olması diyebilirim. Sanki bu insanların içindeydim, ama yoktum, yalnızdım, onlardan ayrı bir dünya kurmuştum kendime. O yaşam sadece bana aitti… Zaten öyle olması doğal değil mi?
Bir çok insan aynı evde yalnızdır. Ben de yalnızdım, babam yoktu annem yoktu, ama içimde beni harekete geçiren, bana sahip çıkan, içsel bir güç tarafından desteklenmekteyim, o nedenle inanıyorum ki annem bana emanetti. Çok ilginçtir ki, annemi babamı hiçbir zaman suçlamadım. Suçlamak yerine yaşadığım olumsuz görünen her şeyi kendime tecrübe olarak görebildim.
Günlüklerimi biraz korku biraz merak ile okumaya devam ettim.
Hem bu anı hem de geçmişi tahlil etme imkanına sahiptim.
Gözüme ilişen dikkatimi çeken bir kelime daha merakla okumaya devam etmeme sebep oldu…
“Cilo Dağı, eteklerindeyiz. Tüm öğrenciler otobüslerden indi. Görevli hoca, mikrofonu eline alıp ‘Gençler’ diye seslenince hepimiz Hocanın etrafında toplandık!”
“Hep birlikte hareket ediyoruz, bireysel davranışlar sergilemeyin, dağılmayın, rehberimizin anlattıklarını not edin, kaçırmayın” dedi.
Hocalar ve rehberimiz önde biz arka da takipteyiz.
Endemik bitkilerden biri olan, Ters Lale’nin hikayesini dinlemeyi heyecanla bekliyoruz.
Cilo Dağının eteklerinde en az otuz dakika yürüdükten sonra sonunda ulaştığımız manzara karşısında büyüleniyoruz. Aman Tanrım! Ters Lale’ler önemli bir sanat eseri gibi sere serpe yerlere serilmişler renk renk, biz insanlara sanki mutluluk hormonu aşılıyorlar. Tarifi imkansız bir sahne.
Rehberimiz anlatmaya devam ediyor.
Bütün duyu organlarımızla teyakkuzdayız.
“Hz İsa çarmıha gerilmek üzere götürülürken bütün bitkiler utançlarından başlarını yere eğmiş, Ters Lale ise başını eğmez olayın ciddiyetini idrak edemez.”
Ters Lale bu davranışına anlam veremez ama bir kere gaflette bulunmuştur.
“Meryem Ana’nın gözyaşlarından akan damlalarla yetiştiğine inanılan Ters Lale Hz İsa’nın ölümü üzerine başını utancından yere eğmiş bir daha kaldıramamış. Bu nedenle de çocuklar Ters Lalenin diğer adı da ağlayan gelindir ” dedi ve bir taşa oturdu.
Bu sanat eseri karşısın da ben şoktayım ,gizlice koparmak istiyorum.
Hoca bir hatırlatma yapıyor, dikkat kesilerek dinliyorum.
“Ters Lale’nin soğanını söküp çıkarana veya çiçeğini koparana ,yıllarca süren hapis cezaları veriliyor bilginize.”
Zihnimde bana yabancı olmayan bir pencere açılmıştı birden…
Annem babamın onu terk etmesini bir türlü hazmedemiyordu. Bunun acısını, küçük hırsızlıklar yaparak çıkarıyordu. Balkonlardan, bahçelerden çiçek koparmak, evlerden küçük eşyalar almak annemin hobisi olmuştu.
Babaannemin, “Her işe onun adıyla başla” sözlerini hep hatırlayacak, asla unutmayacaktım. Böylece yanlıştan uzak duracaktım. Babam her türlü ihtiyacımızı karşılıyor, bizimle ilgileniyordu. Fakat başka bir kadın için terk edilmek, annemin psikolojisini bozmuştu. Bazen anlam veremediğim davranışlar sergiliyordu. Ben annemin yerine, annem benim yerime geçip yaramazlık yapıyordu. Evimiz çalıntı çiçeklerle dolmuştu. Bazen gizlice hatırlayabildiklerimi evlere iade ediyordum.
Öğretmenimiz derste, “İnsanların canı, malı, aklı, dini ve neslinin korunması esastır. Bunların ihlal edilmesi durumun da hem bu dünya da hem de ahirette hesabı sorulacak.” dediğinde utanmış, yüzüm kıpkırmızı olmuştu.
Hiç unutmuyorum, dersten sonra öğretmenime sarılıp, “ben anneme sahip olamıyorum” diye hüngür hüngür ağlamıştım. Sebebini o sormamış ,bende anlatma gereği duymamıştım. O gün söz vermiştim kendi kendime… Annemin ruh sağlığının yerinde olmadığına, benim de sağlıklı kalıp anneme sahip çıkmam gerektiğine ikna olmuştum… Yalnız dikkatimi çeken bir şey oldu, annemin çiçek koparma hastalığının bende nüksettiğini bu gezide hissediyor, kendime engel olamıyordum. Ters Lalelere elimi uzatıyor geri çekiyordum. Elli kişilik grupların olduğu alanda nasıl başaracağımı hesap ediyordum. Tek ihtimal vardı, otobüslere yöneldiğimizde ben geride kalabildiğim kadar kalacaktım. Belki de çocukluğum da yaşadığım nefret ettiğim heyecanı yeniden yaşayıp geçmişimle yüzleşecektim…
Yere çömeldim gözlerimi lalelerden alamıyordum. Babamın bizi bırakıp üvey annemle yaşamaya başlaması, kardeşimin kısa süre sonra doğmasını kabullenemeyen annem, mutluluğu bende değil, takıntılarının peşinde araması, ayrılmamıza sebep olmuştu.
Annemin gerçeklik algısı bozuktu. Kendine bana yabancılaşmış, her şey onun için bulanık net değildi. Annem beni okula bıraktıktan sonra, babam ve üvey annemi takip etmeye başlamış. Annemden şüphelenmiyor değildim, fakat bu kadar ileri gideceğini çocuk aklımla tahmin edemiyordum. Tek bildiğim onların canını acıtmak için yeminler etmiş gibi aksi davranışlar sergiliyor oluşuydu. Onu anlıyorum, ama yaptıklarını anlamlı bulmuyordum. Ve sonunda olanlar olmuş, üvey annem parkta otururken, bir anlık dalgınlığından yararlanan annem, kardeşimi kaçırmayı başarmıştı. O günden sonra biliyordum annem elimi sıkıca tutamayacaktı. Ters Lale gibiydim. Gözyaşlarıma hakim olamıyordum, beni annesiz bırakan duygulara, düşmanlıklara isyana, annemi yıllardır beklediğim mahpushaneyi Cilo Dağının eteklerindeki Ters Lale’ye benzettim…
“Annem de suçtan suçludan korunmak için mahpustu.”
“Mahpusta olana dokunulmazdı.”
Ben de öyle yaptım, kötülükten elimi çektim babaannemin öğrettiklerini, öğretmenimin derste anlattıklarını, hiç ama hiç unutmadım…
“Bana ait olmayan hiçbir şeye dokunmayacak, dürüst bir insan olmayı deneye deneye ısrarla öğrenecektim.”
Ters Lale’yi uzaktan sevdim, okşadım, onunla dertleşip ağladım.
“Tıpkı senin gibi benim de, en kıymetlim canım annem gözyaşlarımın arasından uçup gitti” dedim…
Annemle hatıralarım bu sayfadan sonra son bulacak, ileride bir gün bu sayfaları üçüncü kez okumaya karar verirsem aynı üzüntüyü yaşar mıyım, bilmiyorum…
Yedi yaşında babaannemden, dokuz yaşında babamdan, on iki yaşında annemden ayrılmış, yirmi yaşlarımda Cilo Dağında bu satırları okumuştum, son kez baktım acı ve gözyaşı dolu sayfalara.
Ateşe teslim ettim duygularımın resmini….
Saatlerdir oturduğum koltuktan kalktım…
Annemin mutluluktan uçtuğu kış balkonuna doğru yöneldim…
Annemi seyretmekten çok mutlu oluyordum…
Hastalığından dolayı beni bile tanımıyor, sadece çiçekleri tanıyor, bir de Lale adında bir kızı varmış, ama şu an yokmuş…
Şimdi dönüp geçmişe baktığımda uzun yıllar annemden ayrı kalmanın verdiği üzüntüyle çok çalışarak, kısıtlı imkanlarla başarmanın huzurunu yaşadığımı fark ettim… Şimdiler de anneme kavuşmanın sıcaklığı, çiçeklerle dolu kış balkonumda, gözümün önünde oluşu beni mutlu ediyordu.
Annem yanımda iş hayatımda başarıyı yakaladım…
Gözüm bir an sehpanın üzerindeki gazeteye ilişti…
Tam boy resmim ve büyük harflerle…
Mili ve yerli tohum üretmeyi başaran…
Yüksek Ziraat Mühendisi Dr. Lale AKGÜN’ün başarı dolu hikayesi…
Annemin ve babamın problemleriyle hesaplaşmak odak noktam hiçbir zaman olmadı. Onların sorunu onların birbirleriyle olan hesaplaşmasıydı. Onlar benim anavatanımdı. Her şey insan emeği olduğunda değerli ve kıymetliydi. Duyguma düşünceme davranışlarıma insana insanca emek vermek bu yaşamda amacım oldu.
İnsanca yaşama isteğim her şeyden bağımsız düşünce geliştirmeme sebepti. Babaannemin bana bir değer anlayışı aşılaması, babamın yapabildiğinin en iyisini yapma çabası ile benim odak noktam kendim olmuştu. Kendime değer katmadan kimseye değer katamayacağımı küçük yaşta anlamıştım. Yaşadığım olumsuz görünen her şeye yaratıcıya ulaşmak isteyen bir insan gözüyle bakmayı küçük yaşta öğrenmiş olmam, kendi dünyam da ki yerimi bilmemi sağladı.
Annem kendi değerini kendi belirleme iradesinden uzaktı. Her şeye layık olduğunu düşünüyordu düşünmesine de ters çaba ve didişmelerle kendi değerinin bilinmesine ısrarla tutunuyordu.
İnsan içsel olarak korkularına yenilirse, kendini yönetmekten uzaklaşır. Diğer insanların karşısında pozisyon alması gerekirse de, tıpkı benim gibi korkularının hayatını mahvetmesine izin vermesin.
Ebeveynlerimle sınanıp sınavı kazanmak benim en büyük insanca zaferimdi. Ölçülü, dengeli ve istikrarlı, kendi ihtiyaçlarının farkında, kendi yaşam amacını kendinde yeşerten kişi, iyi olmaya adaydır ve iyi bir hayat bana göre bu doğrultuda, inşa edilendir.
Ömrü boyunca acılarını anlatan ve onlara tutunan insanlara, azimle çalışmayı, üretmeyi ve içlerindeki acıyı sevince dönüştürebileceklerini dile getirebilirim.
İnsan emeği olan her yerde insanın mutluluk ve huzura kavuşacağına inancım tam. Derdimi bile severek yaşadım, hiç şikayet etmedim. Çok çalıştım.
Annecim elimi sıkı sıkı tut e mi. Hiç bırakma! Beni hiçbir zaman anlamasan da seninle olmaktan çok mutluyum…
Sihirli kelimelerden en önemlisi benim için canım annemdi…