Fatma kadın, pamuk ekmek için tarlayı kazıyordu. Yorulunca eliyle terini sildi. Sonra tekrar kazmaya devam etti. Kazmanın ucu sert bir cisme çarptı. O sert şeyin ne olduğuna baktı. Taşa benzemiyordu. Kırmızımsı bir şeydi. döndük!” dedi. Ve testiyi kucağına alıp, hızlı adımlarla tarladan uzaklaştı.
Fatma kadın, patika yolda yürürken, köyün hocasıyla karşılaştı.
“Kele Fatma Kadın,taşımakta zorlandığın o şey ne? Ter içinde kalmışsın, hele bi soluklan azıcık. Yardım edeyim mi?”
“Yok, yok Mithat Hoca Efendi, zahmet etmeyin. Çocuklar yalnız evde hemen gitmem lazım.”
“Ne var o carrada (testide)? Ver hele bir bakım.”
Fatma kadın, testiyi Mithat Hoca Efendiye uzattı. Hoca içine baktı. Gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Altınlar birken bin olsun istemez misin carradaki altınların? okuyup üfleyeceğim, bereketi artacak!”
“Deme hoca efendi, hakket mi? Birken bin olur mu?”
“Olmaz mıFatma kadın? Vallaha nefesim çok güçlüdür…”
“Bilirim, bilirim Mithat Hoca Efendi. O zaman hemen okuyup üfleyin de altınların bereketi artsın.”
“Öyle ayaküstü okuyup üflenmez ki, bunun da bir adabı var. Carra (testi) yarına kadar ben de kalmalı.”
“Tamam Mithat Hoca Efendi, testi sende kalsın. Aman ha, testiye dikkat et… Hadi sağlıcakla kal.”
Fatma kadın uzaklaşınca, Mithat Hoca pis pis güldü.
Mithat Hoca, alelacele evinin kapısını açtı. Elinde testiyle doğru yatak odasına gitti. Sandığı açıp, altın paraları içine boşalttı. Bir kuruşları, sarı boyayla boyadı. Ve testiye doldurdu.
Ertesi gün, Fatma kadının evinin kapısını çaldı. Kapıyı Fatma kadın açtı.
“Hoş geldiin Mithat Hoca Efendi!”
“Hoş gördük Fatma kadın, okuyup üfledim… Yalnız bu işler parasız olmaz biliyorsun. Bunun için bana para vermen gerek… Yoksaa testinin bereketi kaçıverir alimallah.”
Fatma kadın, hemen içeriye geçti, oğlunun biriktirdiği başlık parasını yastığın altından çıkarıp, hocaya verdi.
Mithat Hoca, parayı alıp;
“Hadi bana eyvallah… Güle güle harcayın altınları.” dedi. Taşlı çakılı yolda koşarken, ayakları poposuna değiyordu.