Kaideyi bozamaz bazen derun-i duygular. Olasılıklar, olması gerekene kader ile bağlanır çoğu zaman. Bir kor alev, yanardağın eteklerinde biriken kül bile olamaz bazen. İşte bu, ademoğlunu tek bir şeye götürür; tevekkül…
Hayat dediğimiz unsur, uzun gibi görünen ama aslında kısacık olan bir labirent gibidir. Bu kısa hikâye, ihtimalleri sevmez, hatta kabul dahi etmez. Bu noktada devreye giren tercihler ise ya madeni bir para misali değersizleştirir ömrün geri kalanını ya da bir altın misali yükte hafif, paha da değerli bir yola sürükler bizleri. Ya da belki biz böyle sanırız birçok şeyi… İhtimallerin hor görülmeyip kucaklanması ve tercihlerin seçenekleri hedef göstermesi, doğru veya yanlış ayırt etmeksizin bilahare bizleri hayat yolculuğunun ya derin dalgalarında kaybeder ya da kıyıya yanaşmamız için bir pusula gibi yön gösterir. Ömür nakış nakış işlenip akıp giderken tercihlerinden bazen pişman olur insanoğlu. Alelade bir telaş içinde duyguların esiri olmaya başladığı anda bir kaybediş hikâyesi yazılmaya başlar çünkü duygular, mantığı bazen devre dışı bırakır. Mantık da bazı zamanlarda insanoğlunun yaratılış fıtratına aykırıdır. (Örneğin, üst geçidi olan bir yolda siz otoyolda esir kalmış bir kuşu kurtarmak için otoyoldan karşıya geçmek isterseniz duygularınızla, vicdani bir yol ile hareket etmiş olursunuz ama üst geçidi kullanırsanız mantıklı davranmış fakat bir o kadar da fıtratınıza aykırı hareket etmiş olursunuz. Nitekim insan, yaratılış itibariyle vicdan mekanizmasına sahiptir.) Aristoteles’in “yetenek, kapasite, eğilim” dediği şey, bizdeki anlamıyla fıtrata tekabül eder. Ne yapmak gerek peki? Doğruyu yanlışa, yanlışı doğruya bulamamak için? İşte tam bu noktada karşımıza “tevekkül” kelimesi, yıkılamaz bir kale gibi çıkar. Mana olarak: bir işi Allah’a bırakma, ona dayanmadır. İnsan, yaratılışı itibariyle bir şeye inanma içgüdüsü ile hareket eder. Varoluş hikâyemizden bu yana hep bir hayatta kalma gailesi sarmıştır tüm benliğimizi. Çabalarız her şey için, istediğimiz sonuca ulaşana kadar. Herhangi bir şey için elimizden gelenin daha fazlasını yaparız bazen ama hikâye bu ya, netice bizim istediğimiz noktaya varamaz. Fakat tevekkül, gayretin sonucunu Yaradan’a bırakma eylemi, hem ruhani olarak hem de fiziksel olarak huzura kavuşturacaktır bizi.
Üniversite sınavına gecenizi gündüzünüze katıp çalışırsınız, olmaz. Direksiyon sınavına girersiniz, olmaz. Hastalığınıza çare ararsınız ama bulamazsınız. Senelerdir görmediğiniz anne babanızı ararsınız, bir iz yok… İşte bu noktada sizi hayata daha güçlü hazırlayan tek şey tevekküldür. Elinizden gelenin en iyisini yapın, gerisi Allah’a emanet… Allah ne buyuruyor:
“(Ey Muhammed) Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Ali İmran 159/3)
İnsan, türlü noksanlıkları olan bir canlıdır. Dolayısıyla kendimizden kusursuz bir hayat hikâyesi beklemek, karanlık bir kuyuya atılan taşın nereye gideceğini seyretmeye çalışmak kadar boş bir çabadır. Bizler, kusurlarımızla bir bütünüz. Unutulmamalıdır ki mükemmellik ve kusursuzluk kelimeleri yalnızca Yaratıcının bir tanımlamasıdır. Bu yüzden, hayat hikâyemize tevekkül ederek ve kendimize değer vererek devam etmek gayet isabetli bir karar olacaktır.
Keşke her zaman tevekkül etmeyi becerebilsek. Daha mutlu,huzurlu ve sabırlı olurduk sanırım. Kalemine sağlık ❤️