Vikipedi’nin tanımına göre toplumsal dejenerasyon, toplumun genel olarak etik, sosyal veya kültürel açıdan gerileme veya bozulma sürecidir. Değerlerin, normların, davranışların ve sosyal ilişkilerin olumsuz yönde değişmesi ve toplumun olumsuz sonuçlarla karşılaşmasıdır. Peki toplum birden bire mi ya da toplu halde mi bozulur, geriler? Tabii ki hayır.
İmam Gazalî’nin meşhur bir deyişi vardır; “Bir sepet sağlam elma, içindeki bir çürük elmayı sağlama çıkartamaz fakat çürük bir elma hepsini çürütür. Bunun için daima salihlerle düşüp kalk!” Atalarımızın, büyüklerimizin sözleri, büyük tecrübeler ve deneyimler sonucu söylenip topluma mâl oldukları için onlara her dâim başvurur ve dersler çıkararak hayatımıza uyarlamaya çalışırız.
Toplumlar, bireylerden oluşurlar. Dolayısıyla, topluluk içindeki bir âlim insan, birçok insanın hidayetine vesile olabilir, bir bozuk insan da birçok insanın bozulmasına sebebiyet verebilir. Hattâ bazen iyi insanların da yoldan çıkması gibi sonuçlar doğurabilir.
Bir topluluktaki insanlar bozulunca bu bozulma kişilerin ailelerine yansır, ailelerin bozulması da tüm toplumun bozulması ya da bozulmaya yüz tutması demektir.
Çoğu zaman nefsimize güveniriz; “Ben manevîyatı kendi içimde yaşıyorum, çevremde o tür insanların ya da mekânların olmasına gerek yok, ben değerlerimi kaybetmem, kendime güveniyorum” deriz. Bunu söylerken en büyük düşmanımız olan nefsimizi temize çıkarmış oluruz ve daha en baştan kaybederiz. “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” deyişi de bu durumda nokta atışı yapar.
Belli kuralları, sınırları, çizgileri olan insanlar ya büyük gönüllü olarak yaftalanır ya da uyumsuzlukla suçlanır. Halbuki çizgilere sahip olmak, kendini insanlardan, toplumdan soyutlamak değildir. Bir insan Allah’ın belirlediği sınırlar içerisinde yaşayarak toplumun birçok alanında bulunabilir, duruşuyla, çizgisiyle de birçok insana örnek olarak ilhâm verebilir.
Geniş geniş çizgilere sahip insanlar da bazı değerleri kuralları hiçe sayarlar, her ortama uyarak ‘modern, uygar hayat’ yaşadıklarını zannederler yazık ki. Bu hayata kapılıp gittiklerinde de: “Ben bu hâle gelecek insan mıydım, nasıl da kapılıp gittim!” deyip pişmanlık duyarlar. İşte bozulmalar da böyle böyle başlar ve tüm topluma sirâyet eder.
Sepetin içindeki tek çürük elmayı görmezden gelmeye, idare etmeye, süsleyip püsleyip şirin göstermeye, “onlar her yerde var, göz yumacağız” zihniyetiyle devam ettiğimiz sürece toplumsal dejenerasyonun önüne geçemeyiz.
Allah (c.c) bize kendi nefsini sürekli sorgulamayı, salihler ile birlikte olmayı, bozulmaya meyilli ya da tamamen bozulmuş kişilere de yardımcı olabilmeyi nasip etsin.