Hayatımızdaki süreç boyunca edindiğimiz maddi tutarları, imkânlarımız ölçüsünde harcamaya çalışırız. Bu harcamalarımız bazen ihtiyaç duyduğumuz nedenlerdir, bazen de o ürünleri aldığımızda biz de yaşattığı haz ve mutluluk içindir.
İhtiyaç durumunda aldığımız ya da keyfî nedenlerle aldığımız ürünler olsun, bazen bunları almak için fazlaca maddî imkanlarımızı zorladığımızda olur. Uygun fiyatlı olanı almak yerine, pahalısı ya da ihtiyaç oluşturmadığı için alınan ürünler aldığımızda maddî sıkıntılar oluşabilir, alım gücümüzde. İşte bu noktada da “Diderot Etkisi” çıkar karşımıza.
Öyleyse Diderot etkisi nedir, nasıl oluşur, bir göz atalım ve tüketimdeki yerini anlamaya çalışalım. Diderot etkisinin diğer bir adı da “Kırmızı Sabahlık Sendromu” olarak da bilinmektedir. Bir zaman makinesine bindiğimizi ve zamanda geriye doğru gittiğimizi ve Fransa’da olduğumuzu hayal edelim. Tarih 1700’ lü yıllar ve on sekizinci yüzyıl. O zamanın tanınmış yazar ve filozoflarından Denis Diderot 1703-1784 yılları arasında yaşamış Fransız yazar ve filozoftur. Peki neden ilgilendiriyor bizi Diderot diye düşündüğümüzde ise Denis Diderot’un hikâyesi karşımıza çıkmaktadır. Diderot vakti zamanında büyük bir borcun altında kalmıştır. Bu borcu ödemek için de yüksek meblağa ihtiyaç duymuştur 1760’lı yıllarda Diderot bu borçlarını ödemek için kütüphanesini satışa çıkarmak durumunda kalmıştır. Rivayet budur ki, O dönemin kraliçesi “Büyük Catherine” büyük bir mablağ ödeyerek bu kütüphaneyi satın aldığı ama sonrasında bu kütüphaneyi hibe ettiği söylenir. Aldığı yüklü miktardaki parayla artık zengin biri olmuştur. Fakat bir gün bir arkadaşı Diderot’a kırmızı şık bir sabahlık hediye eder. Sabahlık o kadar güzeldir ki, evindeki hiçbir eşyayı beğenmemeye ve etrafındaki eski eşyaları da kendine yakıştırmamaya başlar olmuştur. Eski koltuğunun yerini deri koltuk ve sandalyeler, evini büyük ve güzel heykeller, yıpranmış eşyalarının yerine etkileyici güzellikte dekoratif eşyalar almaya başlar olmuştur. Düzelen durumu yaptığı bu ağır harcamalar nedeniyle tekrar kötüye gitmeye başlamıştır. Sade ve mütevazi olan evi şaşalı bir eve dönüşmüştür. Diderot yılgınlık ve pişmanlık içinde olsa da aşırı tüketim çılgınlığı onu yine yoksul bir kişi durumuna getirmiş ve kırmızı sabahlığının pişmanlığını yaşar olmuştur.
Diderot’un Hikâyesi’nden günümüze geldiğimizde ise, ihtiyaç duymadığımız ve ya ihtiyacımız olmadığı halde aşırı tüketme hissi, bizleri gerekli olmayan harcamalara yöneltmek de ve işte bu “Diderot Etkisi” olarak karşımıza çıkarmaktadır. Gittikçe daha çok tüketmeye ve daha az tatmin duygusu uyanmaya başlaması halidir. İşte bunun içindir ki, aşırı tüketim isteği, bizleri daha çok harcamaya yönlendirdiği gibi, daha çok memnuniyetsiz insanlar olarak hayatımıza devam eder duruma getirebilmektedir. Bu tüketim sarmalı bizleri ihtiyaç duymadığımız ürünler almaya teşvik etmesi ve sonucunda çok daha az mutlu insanları ortaya çıkarması olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aslında şunu bilmeliyiz ki, bizi biz yapan ya da kimliğimizi oluşturan; ne şık kıyafetlerimiz, ne de lüks eşyalarımız, ne de son model arabalarımızdır. Bizi biz yapan taşıdığımız beden içindeki bilincimiz, çevremizde edindiğimiz yerimiz ve taşıdığımız karakterimizdir.
Onun içindir ki, bizleri anlamlandıran duygularımız, fikirlerimiz ve benliğimizdir. Dayanacağımız kişi ise yine kendimizdir. Önemli olan kendimizin farkında olmak, düşüncelerimizle fark oluşturmak ve kimliğimizle fark oluşturmaktır en güzeli.
Bir sonraki yazıma kadar yeni rotamda, farklı düşünlerin ekseninde, olağandışı fikirlerle buluşuncaya dek, iyiliğiniz ışığınız, kalbiniz kılavuzunuz olsun.