1988 yazıydı, Fenerbahçe Başkanı Tahsin Kaya transferleri yapmıştı ama hazırlık maçlarında istenilen oyun oynanmıyordu. Takım bir önceki sezon ligi 8.ci bitirmiş ve şampiyon olan en büyük rakibinin 35 puan gerisinde kalmıştı. Böylesi bir tablonun ardından işte başkan Tahsin Kaya 20 milyar lira harcayıp 13 transfer yaparak sil baştan yepyeni bir takım kurup 1984-85 sezonunda takımı şampiyon yapan Todor Veselinovic Teknik Direktör olarak gelmişti. Takımın yıldızı Rıdvan Dilmen’in yanına bir sezon önce kendilerine 5, Beşiktaş’a 4 gol atan Sakaryaspor’un dört yıldızı Oğuz, Aykut, Turhan, Serdar transfer edilmiş. Trabzonspor’dan küçük Şenol, Rizespor’dan Hakan ve Bursaspor’dan Tayfun transfer edilmiş; en büyük bomba ise o yıllarda Federal Almanya’nın efsane kalecilerinden olan Toni Schumacher ile patlatmıştı. O takım hazırlık maçlarında sıradan bir 2.ci lig ekibine gol atamıyor, başkan stat gişelerine 15 milyon lira hasılat bırakan seyirciye bakarak, “Bu takımın nesini seyrediyorlar? Bu futbolcular, bu seyirciden de mi utanmıyor?” diyerek maç bitmeden arkasına bakmadan gidiyordu.
Fenerbahçe 1988-89 sezonunda, PTT ile oynadığı hazırlık maçında ortaya koyduğu futbolu tüm sezona yaysaydı, Tahsin Kaya muhtemelen kulüp tarihinin en başarısız başkanı olarak hatırlanacaktı. Bir önceki başkan “Büyük” Fikret Arıcan zamanında takım bir lig şampiyonluğu, ikişer kez de TSYD ve Donanma Kupasını kazanmış; üstelik Fransız devi Bordeaux’yu eleyerek büyük bir başarı elde etmişti. Eğer Fenerbahçe 1988-89 sezonunda 103 golle rekor kırarak şampiyon olmasaydı bugün kimse Tahsin Kaya’yı hatırlamazdı; hatırlayan da onu hiç iyi anmazdı!
Fenerbahçe’de sadece saha içinde değil, yönetimde de işler karışıktı, büyük bir idari kriz yaşanıyordu. Tahsin Kaya’nın Melih Aşık’ı tekrar Futbol Şube Sorumlusu yapması ve Özer Kara, Ahmet Erol ve Melih Ilgaz’ın buna karşı çıkması sorunun temelinde yatıyordu. Önce başkan istifa etti ardından aralarında Fikret Arıcan, Cihat Arman ve Halit Deringör’ün de olduğu yedi kişilik ekibinin çalışmaları olumlu yanıt verdi ve Kaya tekrar koltuğuna oturdu; böylece Fenerbahçe’de istifa edip ilk geri dönen Başkan olarak tarihteki yerini aldı.
Geçen sene aramızdan ayrılan Fenerbahçe’nin eski kaptanlarından Ziya Şengül, Hürriyet gazetesinde sezon başı takım değerlendirmesi yaparken 30 Temmuz 1988 tarihli köşe yazısında şunu yazmıştı: “Soranım çoktur… Sokakta, lokantada ve statlarda: ‘Fenerbahçe nasıl bu sene? Ne yapar? Diye. Geçen sezon başında soranlara cevabımda yanılgı içinde olduğumu hatırlatmak isterim. ‘İyi’ dedik, kötü bitti. Bu sezon başında soranlara ‘İyi ve bu kez yanılacağını sanmıyorum’ diyorum. Çünkü bana soranlara, ben de ‘Sizce nasıl?’ diye sorar olduğumda, ‘Çok çok iyi’ yanıtını aldığımı belirtmek isterim.”
Çok değil sadece 12 gün sonra Ziya Şengül’ün yeni yazısının başlığı çok şaşırtıcıydı: “Bu Fener, deli eder!” Sadece eski kaptan değil tribünlerde hem sıkıntılı hem de kızgındı. Schumacher ve Turan dışında ki yeni transferlerden şüphe etmeye başlamışlar, Rıdvan ve askerde olan Aykut’u seyredememekten dolayı da öfkelenmişlerdi. O gün Fenerbahçe TSYD Kupası’nda Beşiktaş’a 3-2 yenilmişti. Üstelik rakip 2-1 yenikken, takıma yeni katılan Les Ferdinand’ın Nezihi Tosuncuk’a tekme atması nedeniyle 43.cu dakikada 10 kişi kalmışken yenilmişlerdi.
Milyarlık takımdan şüphe edilmesi doğaldı, zira hazırlık maçlarında PTT ve Sarıyer ile de golsüz berabere kalan Fenerbahçe kupanın diğer ayağında da Galatasaray’a 1-0 yenilmişti. O gün otoritelere göre daha iyi oynayan Fenerbahçe’yi Tanju Çolak avlamıştı. Bu gole en çok sevinenlerin başında Schumacher gelene kadar ligin en iyi kalecisi olan Yugoslavyalı olan Zoran Simoviç geliyordu. Gol sevincini hemen kale arkasında ki foto muhabirlerine dönmüş ve “Buyurun, işte Schumacher” diyerek gülmüştü. Ardından Rıdvan’ın aşırtma vuruşunu muhteşem bir şekilde kurtarmış, düştüğü yerden yaylanıp havaya sıçrayarak kalkmış ve “Ben büyüğüm! En büyük Simoviç!” diye bağırmıştı.
Toni Schumacher’in Fenerbahçe’ye transfer oluşu o günlerin bir numaralı haberiydi. Schumacher’in 200 milyon liralık peşinatından kulağında ki küpesine, Suadiye’deki havuzlu evinden Muğlaspor-Fenerbahçe hazırlık maçına Alman turistler için tür düzenlemesine her şeyi haber oluyordu. Alman efsanenin takıma ve Türkiye’ye ne kadar uyum gösterebileceği de büyük merak konusuydu. Almanya Schönwald’daki kamptan gelen haberlerin bunun bir sorun olmayacağını ortaya koyuyordu.
Haberlere göre Toni’nin en yakın arkadaşı Abdülkerim’di. Fenerbahçe’nin deneyimli ve deli yürekli savunmacısı Alman kaleciyle samimiyetini “Şampiyon olalım, Schumacher’i sünnet ettireceğim” diyerek ortaya koyuyordu. Toni’nin yanıtı olumluydu. Sezon ortasında Toni’nin Türk olacağına dair haberler çıksa da Alman yıldız daha sonra ki yıllarda sadece sarılık olarak memlekete pek de uyum göstermediğini ispatladı.
Fenerbahçe gibi yıldızları barındıran bir takımda egolar savaşı yaşanacağı kesindi ve ilk kıvılcım teknik direktör Todor Veselinovic ile Alman kaleci arasında oldu. Konu takıma transfer edilecek liberoydu. Toni “Oyun içinde liberoyla konuşmam lazım. Bu yüzden libero Alman olmalı. Bir Yugoslavla nasıl anlaşacağım?” demesi Veselinovic’i çıldırtmıştı. “Yöneticiler bana Yugoslav bir libero dediler, ben de Yugoslavya’nın en iyi liberosu Zavko’yu getirdim. Şimdi de Alman sözüne uyup vazgeçiyorlar. Takımın patronu kim?” diyen tecrübeli hocaya destek başkandan çıksa da libero mevkisi takımın en iyi deneyimli ismi olan Müjdat Yetkiner’e kaldı!
Yaşananlar Fenerbahçelilerin içini karartırken Galatasaray’ın 14 yıl sonra şampiyon yapan ve koltuğunu Mustafa Denizli’ye bırakan Jupp Derwall, Bahri Havadır’a verdiği röportajda Schumacher’e takılmadan edemedi: “Schumacher’e selam söyleyin. Şampiyonluğu hiç düşünmesin. İkincilik bile onlar için gayet iyi bir sonuç olur. Yine şampiyon Galatasaray olacak” demişti. Lig bu tartışmalarla başladı.
Ligin ilk maçının ilk 45 dakikası Rize’de 0-0’a bağlanmıştı. Veselinovic bir değişikliğe gitti ve askerliği nedeniyle takımla beraber kamp dönemi geçirmemiş olan Aykut Kocaman’ı sahaya sürdü. Genç futbolcu attığı 4 golle maçı 5-0’a getirdi ve muhteşem sezonun açılışını yapmış oldu. Kocaman takımla beraber tek antrenman yaparak çıktığı maçtan sonra şöyle konuşmuştu: “Hâlâ kendimde değilim, sersem gibiyim. Böyle bir başlangıç benim için hem avantaj, hem de dezavantaj. Taraftarlar benden her maçta gol atmamı isteyecekler. Onları mahcup etmeyeceğim.”
Fenerbahçe sonraki haftayı 4-0’lik Altay galibiyetiyle geçse de arkasından iki hafta golsüz beraberlikler yaşadı. 4.cü haftada ki Samsunspor maçında Başkan Tahsin Kaya’nın kötü futbolu şikâyet ederek maçı 65.ci dakika da terk etmesi, karşılaşma sonrası Rıdvan’ın taraftar yumruklarına hedef olması ve Dereağzı Tesisleri’ne sığınarak canını kurtarması hayal kırıklığının boyutunu ortaya koyuyordu.
Aynı Rıdvan çok da değil iki hafta sonra aynı taraftarların omuzlarında yükselecekti. Şeytan, muhteşem bir futbol oynamış, Oğuz’dan aldığı topu Galatasaray ağlarına yollamıştı: “Allah’a sığınıp vurdum” diye golünü anlatıyordu Rıdvan maçtan sonra muhabirlere: “Bir de baktım top tavana asılı kalmış!” Veselinovic ise oyundan memnundu: “Yazık, fark kaçtı. Aynı oyunu sezon sonuna kadar sürdürmeliyiz.” Schumacher de “Bu maçı bir aile olduğumuz için kazandık” diyerek takım ruhlarının olgunlaştığını altını çiziyordu. O gün Fenerbahçe, liderliği Galatasaray’dan geri almıştı.
Bir sonraki hafta Trabzon’dan yine 0-0’la dönülmesi bile moralleri bozmadı. Dahası Yugoslav hoca “Trabzon deplasmanından puan çıkaran ekip şampiyonluğu kovalar. Şampiyonluğun en güçlü adayları Fenerbahçe ve Trabzonspor’dur. Beşiktaş ve Galatasaray bu yarışı zor sürdürürler” diyerek iddiasını ortaya koyuyordu. Ancak herkes onun gibi düşünmüyordu. Trabzonspor teknik direktörü Şenol Güneş “Bu mu şampiyonluğa oynayacak Fenerbahçe?” diyordu. “Eğer Fenerbahçe bu futboluyla şampiyonluğun favorisi, Trabzonspor’da zirveyi zorlayacak takım ise bu Türk futbolunun utancıdır.” Karadeniz takımı her şeyi yapmışlar ama Schumacher’i geçememişlerdi. Galatasaray da 20.ci golünü atmış ve tekrar liderliğe yükselmişti.
Pastırma yazının güneşini barındıran 5 Ekim Çarşamba günü Galatasaray ve Sakaryaspor Avrupa kupalarında rakiplerini elediler ve bir üst tura çıktılar. Beşiktaş’ın payına ise garip bir penaltı veren Bulgar hakem ve Dinamo Zagreb’e elenmek düşmüştü. Yeni rakipler Neuchatel Xamax ve Eintracht Frankfurt’tu. Avrupa kupalarında oynamayan Fenerbahçe’de hıncını Ankaragücü’nden çıkartmış ve rakibine 5 gol atmıştı. Başrollerde üç gol atan Aykut ile üç asist bir golle oynayan Rıdvan vardı.
Bir sonraki Çarşamba günü hava yağmurluydu ve millî takım İzlanda’yı İnönü stadında yenemiyor ve 1-1’lik skorla İtalya 1990 Dünya Kupası’na gitme yolunda hayal kırıklığı yaratıyordu. Bir başka kapalı havada, 16 Ekim Pazar günü Beşiktaş, Fenerbahçe’yi Ferdinand ve Feyyaz’ın golleriyle 2-0 yenerek onlara ilk yenilgisini tattırıyordu. Aynı gün Galatasaray’ı 2-1 yenen Sercan, Feridun, Mustafa Yucedag’li kadrosu ile Sarıyer liderliği ele geçiriyordu.
Şenol Güneş’in Trabzonspor’u bir sonraki hafta lider Sarıyer’i 2-1 geriden gelerek 3-2 yendi, koltuğu Fenerbahçe’ye geri verdi. Fenerbahçe’ye Karadenizlilerin bir başka hediyesi daha vardı. Rizesporlu Hasan Vezir artık Fenerbahçeliydi. Beşiktaş Bursa’da berabere kalırken, Galatasaray Derwall’in “Neuchatel, Rapid Wien’den iyi değil” sözüne güvenmiş, rakibin teknik direktörü Gilbert Gress’in “Biz çikolata takımı değiliz” açıklamasına saygı göstermemiş ve İsviçre’de 3-0’lik yenilgiyle İstanbul’a dönmüşlerdi.
O sezon heyecanlı Çarşambalar yaşanıyordu. Kasım ayının ilk haftasında Türkiye, 3-0 geriye düştüğü maçta Avusturya’ya 3-2 yenilirken, karşılaşmanın son dakikalarında İtalyan hakem Tullo Lanese, Rıdvan’ın yerde kaldığı pozisyonda penaltı düdüğünü çalmamıştı. Herkes kızgındı, yüzleri güldürense bir hafta sonra ki 5-0’lik unutulmaz Neuchatel Xamax maçı oldu. Sonrası malum; UEFA sahaya atılan yabancı maddelerden dolayı İsviçre ekibinin yedeklerinden birinin yaralanmasından dolayı maçı iptal etmiş ve tarafsız sahada seyircisiz tekrarlanmasına hükmetmişti. İtirazlar edildi, hayatımıza “ünlü” avukat Reinhard Rauball girdi. Fırtınalı geçen iki haftanın ardından 27 Kasım günü Rauball dediğini yaptı ve UEFA’yı dize getirdi. Galatasaray çeyrek finaldeydi.
Sadece üç gün sonra millî takım Dünya Kupası yolunda Doğu Almanya’yı İnönü Stadı’nda 3-1 yemeyi başardı. Ligdeyse Fenerbahçe ve Beşiktaş kayıpsız yoluna devam ederken, sarı lacivertliler rakiplerine üçer beşer gol atmayı alışkanlık haline getirmişti. Rıdvan, Aykut, Oğuz ve Hasan’a, orta sahadan Hakan Tecimer ve Turhan Sofuoğlu da katılıyordu. İlk devreyi Beşiktaş’ın bir puan gerisinde 2.ci sırada kapatan Fenerbahçe 18 maçta 44 gole ulaşmıştı; o günlerde kimsenin aklında 100 gol barajı yoktu.
Samsunspor’un “Kasap” lakabından şikayetçi oyuncusu Muzaffer Badalıoğlu TRT’ye verdiği bir röportajda “İnsanın adı çıkacağına, canı çıksın” demişti. 20 Ocak günü TRT ekranlarında “Ajans haberlerini” izlemek için oturanlar onun, takım arkadaşı Mete Adanır ve Samsunspor antrenörü Nuri Asan’in ölüm haberini aldılar. İkinci devrenin ilk maçı için Malatya’ya gittikleri otobüs bir kamyonla çarpışmış, şoförler de hayatını kaybetmiş, kaleci Fatih, Emin, Tomic, Burhanettin, Erol, Soner, Nasır, Yüksel, Orhan kısacası neredeyse tüm takım hastanelik olmuştu. Cenazeler gözyaşlarıyla kaldırıldı, tüm takımlar Samsunspor’un yardımına koştu, Federasyon kırmızı beyazlıların maçlarını iptal etti ama onları ligde tutma kararı verdi. Geriye de Samsunspor’un kaza nedeniyle renklerine eklediği siyahın unutturmadığı yas hali kaldı.
Kazanın ve kayıpların üzüntüsüyle başlayan ikinci devrede her takım Samsunspor’u 3-0 mağlup etmiş kabul edildi. Fenerbahçe galibiyetlerine ve gollerine Rizespor’u yenerek devam etti. Hasan golleri, Rıdvan penaltıyı kaçırmış, maçı “İmparator” Oğuz’un iki golüyle kurtarmıştı. Rizespor’dan Muharrem, Fenerbahçe’de oynayan ağabeyi Hasan’a attığı tekmeden sonra sarı kart görmüştü!
Penaltıyı kaçıran Rıdvan, bir sonraki hafta İzmir’de yılın golünü attı. Fenerbahçe 83. dakikasına golsüz girdiği maçta son anlarda coşmuş ve Altay’a da Rizespor tarifesini uygulamıştı: 3-0. Kilidi Turhan açmış, 1 dakika sonrasında Hasan galibiyeti garantileyen golü atmıştı. Ardından 86.ci dakikada kaleci Schumacher, Türk futbolseverlerin hayranlıkla seyrettiği el degajini 40 metre ötedeki Rıdvan’a ulaştırmıştı. Rakibe şöyle bir bakan Rıdvan aniden hızlanmış ve adeta slalom yaparak üç Altaylı oyuncuyu çalımlayarak kaleye yaklaşmış, ceza sahasının hemen dışından çok yumuşak bir plase yapmıştı. Kimse bu topun gol olacağını sanmıyordu ama Rıdvan “Şeytanlığını” yapmış, Altay kalecisi Zafer Öger’i ters ayakta yakalamış ve golünü atmıştı. O gün hem gişe hem de seyirci rekoru kıran 66 bin seyirci bu golü ağzı açık izlemişti.
Bu gol fitili de ateşledi; Fenerbahçe sırasıyla Boluspor’a dört, Adana Demirspor’a altı, Trabzonspor’a beş gol attı. Karadenizlileri topu tuttukları maçta futbollarını Doğan Koloğlu şöyle anlatıyordu: “Dünkü hücum futbolu düşüncesindeki Fenerbahçe’yi kimse kolay durduramaz. Galibiyetten öteye ‘açık farklı sonuca’ gittiler ve ‘hiç vakitten çalmayan’ hareketlerinin içine, tribünü coşturan ‘şovlarını’ eklediler. Hakan, Rıdvan ve Aykut’un imza attığı bu bitirici çabukluğun ‘hep toplu, hem de topsuz’ oluşu, karşı kalede 10’dan fazla gol tehlikesi yarattı.”
Ankara’da Ankaragücü ile 1-1 berabere kaldılar ve bir anda liderliği yine Beşiktaş’a uzunkaptırdılar. Siyah beyazlılar da Sarı lacivertliler kadar golcüydü ve Feyyaz, Ferdinand, Ali, Mehmet, Zeki ve Halim rakiplerine acımıyordu. Ligde 25 hafta geride kalırken Beşiktaş 19 galibiyet, 6 beraberlik ve 62 gole imza atarken, Fenerbahçe’nin bir puan önündeydi. Sarı lacivertlilerin gol sayısı 69’u bulmuştu. Sırada bu iki rakibin karşılaşması vardı.
Galatasaray ise artık ligi bırakmış, daha ciddi işler peşindeydi. Öyle ki Arsene Wenger’in Monaco’sunu deplasmanda Tanju’nun harika kafa golüyle 1-0 yenmişler ve bir ilke imza atmanın eşiğine gelmişlerdi. O imzayı da 15 gün sonra attılar ve Glenn Hoddle’li, Fofana’li ve George Weah’li Monaco’yu, cezası sebebiyle Köln’de oynadıkları maçta 1-1 berabere kalıp elediler. Prekazi’nin 35 metreden attığı frikik golü, bir elinde Türkiye bayrağı bir eli sıkılmış yumruğuyla koşan Simoviç ve beş gündür uyumadığını söyleyen Mustafa Denizli’nin maç sonunda kabul edilen duaları nedeniyle Allah’a uzattığı elleri o günü unutulmaz kılan diğer güzelliklerdi.
İki ezeli rakip 18 Mart günü Fenerbahçe Stadı’nda karşı karşıya geldiler. O sezon oynanan üç maçı da Beşiktaş kazanmıştı ve ilk golü de 14. Dakikada Ali Gültekin attı. Ancak bu sefer dersini iyi çalışmıştı Fenerbahçeli futbolcular ve yanıt için gecikmediler; Aykut sadece 11 dakika sonra eşitliği sağlamıştı bile. Kıyamet, dakikalar 64’u gösterirken koptu. Fenerbahçe atağında top Beşiktaş ceza sahasındayken bir karambol yaşandı, topu önünde bulan Hakan Tecimer golü attı. Ulvi, Recep, Kadir, Gökhan, kısacası tüm Beşiktaş defansı hakem Erman Toroğlu’nun düdük çalıp penaltı verdiğini, bu yüzden durduklarını söylerken, Toroğlu “Düdük çalmadım. Sadece penaltı noktasını gösterdim, ardından atağı devam ettirdim pozisyon golle sonuçlandı” açıklamasını yapacaktı.
Veselinovic maçtan sonra çok mutluydu. Soyunma odasında şampanya patlatıyor, elinde purosuyla Schumacher’in yanağını okşayan Tahsin Kaya’nın yanından kameralara gülücükler saçıyordu. “Beşiktaş’ı yeneceğiz demiştim. İşte oldu. Tüm futbolcularım dediklerimin hepsini yaptı. Biraz daha şanslı olsaydık, fark daha fazla olurdu” derken Gordon Milne soğukkanlılığını koruyordu: “Kavgayı kaybettik, savaşı değil. Bu mağlubiyetle dünyanın sonu gelmedi. Daha ligin bitmesine 10 hafta var. Zirve değişebilir. Beşiktaş olarak sakin düşünüp sağlıklı karar vermeliyiz.”
Bu mağlubiyet Beşiktaş’ı, Milne’in düşündüğünden de fazla etkileyecekti. Fenerbahçe Eskişehirspor’a hem de deplasmanda yedi gol birden atarken, Siyah Beyazlılar, kendi evlerinde 2-1 yenik duruma düştükleri Bursaspor maçını 90.ci dakikada attığı golle kazanacaklardı. Buna rağmen bir sonra ki hafta Konya deplasmanında 89.cu dakika Şifo Mehmet sayesinde 3 puanı alırken Milne, “Artık saçlarım ağarmaya başladı. Bu gidişle kafamda bir tek saç kalmayacak” diyerek kötü oynayıp zar zor kazanılan iki maçta ki oyunlarından dert yanıyordu.
Sonraki iki Çarşamba “milli” günler yaşandı. Önce Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalinde Galatasaray, Romanya’da Hagi’li, Lacatus’lu, Dan Petrescu’lu Steaua Bükreş’e 4-0 yenildi. Sonraki hafta yüzümüz gülüyordu; unutulmaz maçta Tanju ve Rıdvan’ın birbirlerine asist yaparak Doğu Almanya’yı, deplasmanda 2-0 yenmemizi sağlamışlardı. Türkiye artık Dünya Kupası coşkusuna kapılmıştı.
“Her hafta yeni bir şov, yeni bir sevinç!..” üst başlığı atmıştı Hürriyet gazetesi; spot yazısı haberi açıklıyordu: “Sakarya’da yenik duruma düşen lider, hemen toparlandı ve golleri ardı ardına sıraladı.” Fenerbahçe deplasmanda dört golle kazanırken, Beşiktaş’ta günü kurtarma görevi kaptan Rıza’ya verilmişti. Hafta arasında Galatasaray, İzmir’de Steaua Bükreş ile 1-1 berabere kalarak Avrupa yürüyüşünü noktalarken hafta sonu Fenerbahçe 23 Nisan’da Malatyaspor’a bayram çocuğu muamelesi yapmamış yarım düzine gol atmış ve toplamda 90 gole ulaşmıştı.
Beşiktaş bir kez daha sıçrayamamış ve Rize’de beraberliğe razı olmuştu. Puan farkı dörde çıkmış, Gordon Milne’ye yönelik istifa çağrıları artmıştı. Sabah gazetesinden Rıdvan Yelekçi köşe yazısında durumu net bir şekilde özetliyordu: “Bir deyim vardır: Asılacaksan İngiliz ipi ile asıl. İşte Beşiktaş da böyle yaptı!” Süleyman Seba bile ağır eleştirilerden payını alıyor ama muhalefetin ve taraftarın yıldırıcı baskısına karşı sağlam duruşunu bozmuyordu: “Yaptığım işlerin huzuru içindeyim” diyordu Seba. “Yenmek ne kadar güzelse yenilgiyi kabullenmek de bir o kadar şereftir.”
Fenerbahçe’de artık şampiyonluk konuşulmuyordu; gündem artık takımın 100.cu golünü kimin atacağıydı. Futbolcular kalan altı maçta 10 gol atacaklarına inanıyorlardı. Onları kamçılayan bir şey daha vardı: Futbol Şube sorumlusu Metin Aşık 100.cu golün atıldığı maçtan sonra futbolculara özel ödüller vereceğini söyleyip “Hele o güzel günü bir görelim” diye konuşmuştu.
O güzel günden önce büyük bir gün yaşadılar ve Federasyon Kupası yarı finalinde Ali Sami Yen Stadı’nda 3-0 geriden gelip Galatasaray’ı 4-3 yendiler. Maçtan sonra konuşan Veselinovic devre arasında yenileceklerini hiç düşünmediğini söyledi. “Biz inandık ve kazandık. Bu maç nesilden nesile anlatılmalı. Fenerbahçe bugün destan yazdı.” O ve futbolcuları belki devre arasında inançlarını koruyorlardı ama bir kişi onlar gibi düşünmüyordu. Başkan Tahsin Kaya stadı yine ilk yarı sonunda terk etmişti. Galibiyeti duyunca apar topar Mecidiyeköy’e döndü ama kendisi kaybetti, o muhteşem ikinci yarı performansını göremedi. Maçtan sonra Fenerbahçe’yi kutlayan Mustafa Denizli, haftalar sonra istifa ettikten sonra şu açıklamayı yapacaktı: “Yıllar sonra Fenerbahçe’nin şampiyonluğu belki hatırlanacak ama Galatasaray’ın Avrupa kupalarındaki başarısı asla unutulmayacak. Biz ihtilalci bir kadroyduk. Fenerbahçe arşive, Galatasaray tarihe geçti.” O sezon Şampiyon Kulüpler Kupasını finalde Steaua Bükreş’i 4-0 yenen İtalya’nın Ac Milan takımı kazandı.
Takımlar son düzlüğe koşarken milli takım da Türkiye İnönü Stadı’nda Sovyetler Birliği’ne tek golle kaybetti. Önce Fenerbahçe, ardından Beşiktaş berabere kalınca ligin bitimine iki hafta kala puan farkı dörttü. Veselinovic “Şampiyonluğu yakalamış gibiyiz” derken oldukça neşeliydi. Zaten yedi gün sonra Konyaspor’u 4 golle yenip gerçekten de şampiyon oldular. Aykut üç, Hasan bir tane atmış ve Fenerbahçe 99 gole ulaşmıştı!.
“Rıdvan Oğuz’un ara pasına atak yaptığında bir anda kaleci ile karşı karşıya kaldı. Gol deyip orta sahaya yöneliyordum ki topun üstüme doğru geldiğini gördüm. İçgüdümle vurdum. Sanırım güzel bir gol oldu” diye anlatıyordu Turhan Sofuoğlu 100.cu golü. O beklenen gol, ligin son maçında, üçüncülük için Fenerbahçe’den puan almak için sahaya çıkan Sarıyer’e karşı henüz 5.ci dakikada gelmişti. Kutlamaları çığırından çıkaran gol 88’de yılın transferi Hasan’dan gelmiş ve Fenerbahçe şampiyon olmuştu.
Maç sonrasında öyle bir görüntü vardı ki belki de bütün sezonu anlatıyordu. Taraftarlar sahaya girmişler, Schumacher’i omuzlara almışlardı; onun omuzlarında da Rıdvan yükseliyordu! Fenerbahçe gol rekoru kırmış, Aykut Kocaman 29 golle kral olmuştu. Bir kaç gün sonra oynanan Federasyon Kupası final maçlarının ilkinde Les Ferdinand’ın dört Fenerbahçe oyuncusunu çalımlayarak attığı golü yemek ve kupayı da Beşiktaş’a kaptırmak hiç bir sarı lacivertli taraftarları üzmedi. Rüyalarının en güzelini görmüşler, dahası o unutulmaz 1988-89 sezonunda onu gerçek kılmışlardı. Üç büyük takım için belki de en hatırlanacak sezondu.