Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele

Gülhan Avşar 351 Görüntüleme Yorum ekle
4 Dak. Okuma

Şiddet tanımı, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri Hakkında Yönetmeliğinin 3.Maddesinin (n) bendinde şöyle geçer: “Kişinin fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik veya sözlü her türlü tutum ve davranışı ifade eder.”

Şiddetin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir, fakat Türkiye’de kadına yönelik şiddetin suç olarak değerlendirilmesi feminist hareketin ivme kazandığı 80’li yıllarda kadın örgütlerinin eşsiz çabalarıyla olmuştur. Türkiye yine o yıllarda “kadınların anayasası” olarak bilinen Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesini (CEDAW) imzalamıştır.

Kadına yönelik şiddete dikkat çekilmesi ve bununla mücadele 90’larda Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün kurulması, İstanbul’da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ve Ankara’da Kadın Dayanışma Vakfının kurulması ve sığınmaevlerinin açılması, 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun yürürlüğe girmesi ve kadın örgütlerinin yürüttüğü diğer çalışmalarla devam etmiştir.

2000’li yıllara geldiğimizde şiddet mağduru kadınlara yönelik çalışmalar hız kazanmıştır. 5393 sayılı Belediye Kanununda “Nüfusu 50.000’i geçen belediyeler kadın ve çocuklar için koruma evleri açar.” ibaresine yer verilirken 2010’larda “Nüfusu 100.000’i geçen belediyelerin konukevi açma zorunluluğu vardır.” şeklinde mecburiyet getirilir. Böylece belediyeler sığınmaevi/ konukevi / sığınak açmaya başlar. Fakat sayı yetersiz kalır.

2010’lara geldiğimizde son zamanlarda çok tartışılan ve 2011 yılında İstanbul’da imzalanıp 2014 yılında yürürlüğe giren Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve bu sözleşmenin kanunlaşmış hâli olan ve yine kadın örgütlerinin çalışmalarıyla 2012 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun yürürlüğe girmiştir. Fakat kadına yönelik şiddetle mücadele kapsamında kabul edilen İstanbul Sözleşmesi bir gece yarısı 20 Mart 2021 tarihînde Sözleşme’nin feshi Cumhurbaşkanı Kararı ile Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Sözleşmeyi imzalayan ilk ülke olmamıza rağmen çekilme nedenleri olarak; Türkiye’nin toplumsal yapısı ve ailevi değerleriyle örtüşmediği, eşcinselliği özendirdiği vb. gerekçeler gösterilmiştir. Sözleşme okunup incelendiğinde bu gerekçelerle örtüşen bir maddeye rastlanılmamaktadır. Resmî Gazete’de yayımlanan bu karar pek çok ilde protesto edilmiş, sözleşmenin başta kadına yönelik şiddet ve şiddete maruz bırakılan tüm bireyleri koruduğu ve kadın cinayetlerini önlemekte önemli olduğunun üstünü çizerek kadın ve insan hakları örgütleri duruma itiraz edip kararın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle çok sayıda dava açmasına rağmen Ocak 2023’te Danıştay 10. Dairesi’nin onamıyla sözleşmeden çekilme kararı hukuken kesinleşmiştir.

Her gün gazetelerden ya da sosyal medyadan okuduğumuz, televizyondan dinlediğimiz kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri ve hatta intihar(!) vakaları eskiden de vardı. Fakat o sıralar ev içi şiddet toplumsal olarak suç sayılmayıp “normal” karşılandığından, “kol kırılır yen içinde kalır” mantığıyla üstü örtüldüğünden belki de kayıtlara geçmediği için ya da yazılı, görsel ve sosyal medyada bu kadar görünür olmadığı için bilemiyorduk. Ama toplumda muhafazakârlık arttıkça kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin de her geçen yıl bir öncekine göre yüksek bir oranla arttığını yapılan araştırmalardan görmekteyiz.

Çok yönlü bir sorun olan kadına yönelik şiddeti artırabilecek birçok risk faktörü vardır. Ancak işsizlik, alkol-madde kullanımı, öfke kontrolsüzlüğü, hastalıklar, geçim sıkıntısı, psikolojik rahatsızlıklar, iş yerindeki gerginlikler, toplumsal cinsiyet kalıpları, ataerkil bakış açısı, yapılan dini yorumlar, erken yaşta evlilikler, stres faktörleri ve bununla ilgili baş etme yöntemlerinin geliştirilmemesi gibi nedenler şiddeti asla meşrulaştıramaz. Unutmayalım ki şiddetin bahanesi yoktur, şiddet bir suçtur ve haklı şiddet yoktur!

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Sosyolog/Aile ve Çift Danışmanı
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version