Ulaşılmaz’ın önsözü birebir şu şekilde başlar:
41814 12424617 21221 211816117511 !
A.B.PH
Neden mi? Çünkü Ulaşılmaz’a en çok ilham veren üç eserden bir tanesi “Da Vinci Şifresi” kitabıdır. Filminde ne kadar bahsediliyor tam hatırlamıyorum ama kitapta birçok basit şifreleme tekniğinden bahsedilir. Bunlardan biri de alfabenin ilk harfine “1” diyerek başlayıp her harfe bir sayı vererek oluşan şifre anahtarını kullanmaktır. Bu işi daha da basitleştirmek için kitaba önsözden önce bu anahtarı da koyduk. İşte bu basit şifreyle yukarıdaki cümleye bakarsanız da şunu yazdığını görürsünüz:.. Yo, hayır, o kadar da kolay olmasın 😉
İlham veren ikinci eser “Issız Adam” filmiydi. Ama, “Evet, ben de böyle bir ıssız adam yazmalıyım” diye düşündüğümü düşündüyseniz çok yanıldınız. Tam tersine belki de öfkeye varan bir itirazla yaklaştım hep filmin başkarakterine çünkü bu adam “ıssız bir adam” değildi; belki şımarık bir adamdı, belki bocalayan bir adamdı, belki kafası karışık bir adamdı ama ıssız bir adam değildi. İşte bu nedenle ben gerçek bir ıssız adam yazmalıydım. Hatta böyle insanları nedensiz harcayan değil, insanlar için kendini harcayan bu yüzden katman katman yalnız kalmış bir ıssız adam yazmalıydım.
Ulaşılmaz’ın hikayesine gelecek olursak, arka kapağa baktığımızda, “…Neresi ulaşılmazdı ki? Aralarında sadece birkaç adım vardı. İstese birkaç adım sonra ona dokunabilirdi. Ama ulaşmış olur muydu?…” diye başlıyor. Ve yeni başlamaya niyetlenen aşkların biraz da o ulaşılmazlığa ulaşırkenki heyecanını anlatmaya çalışıyor. Üst hikayemizde ne kadar büyük bir aşk hikayesi anlatılıyorsa satır aralarında da bu aşkı yücelten çok derin bir yalnızlıktan bahsediliyor.
Son olarak; eğer bir şair, yazar ya da şarkıcı bütün eserlerini ayırt etmeden eşit sevdiğini söylüyorsa bence yalandır. Yani en azından benim için öyle. Tabii ki hepsinin farklı bir tadı vardır ama bazıları her zaman daha özeldir ve benim için de en özel romanlarımdan ilkidir “Ulaşılmaz”.
Romandan yavaşça uzaklaşırken üç başlık altında ulaşmaları incelemeye karar verdim.
1- Ulaştıklarımız
Ya da ulaşmasak da olurlar…
Yüksek ihtimalle etrafımızda bize gizemli gelen, üzgün görünen, sorunlu olduğu belli olan birileri vardır. Biz de belki de içgüdüsel olarak bu kişilere yardımcı olmaya çalışmayı görev biliriz. Onlara biraz emek verirsek, biraz ilgi gösterirsek özellikle de bizim gözümüzde bir şeylerin düzeleceğini düşünürüz ya da böyle olacağına inanırız. Ama aslında onlar ya sizin sorun olarak gördüğünüz şeyi sorun olarak görmüyordur ya da sorun olarak görüyorsa da bu sorunu çözmek için dışarıdan bir yönlendirmeyle hiçbir adım atmayacaktır. Hayır, hayır, gerçekten atmayacaktır.
Buna belki de “Teoman Ulaşılmazlığı” diyebiliriz. Teoman’ın hem şarkılarında hem de gerçek hayatında bir serserilik görürüz. Onun daha başarılı olması için bizim bile söyleyeceğimiz onlarca nasihat vardır ama o zaten yeterince ve hatta belki de gereksizce başarılıdır. Onun için arada bir müziği bırakır, sonra geri döner, arada bir eski şarkıları söyler, bir anda yeni bir şarkı yapar. En son zamanlarda yine, “Daha evvelden ben emekliliğimi almıştım ama EYT’li olmak ve insanların dalga geçmesi inanın çok hoşuma gidiyor.” diyerek son (?) albümünün hazırlıklarına devam ediyordu. Yani siz ne yaparsanız yapın, o zaten yapacaklarını gerekirse size rağmen yapacak ve yapmayacaklarını da asla yapmayacaktır. Hatta sizin değişebileceğini düşündüğünüz birçok noktada da “N’apim tabiatım böyle” deyip geçecektir.
Şimdi bu anlattıklarımla aklına direk gelen bir isim varsa bence sakin olun ve onun hayatından geriye en az bir adım atın. Neden derseniz; bu kara delik yerine enerjinizi harcamanız gereken başkaları olabilir. Hadi, biraz da o konuya bakalım…
2- Ulaşamadıklarımız
Ya da ulaşmadıklarımız…
Çağdaş Türk Edebiyatı ile ilgili neredeyse hiçbir ilgi veya bilginiz yoksa bile Nilgün Marmara’yı duymuşsunuzdur ya da en azından “kuş koysunlar yoluna” sözleri kulağınıza ilişmiştir.
Peki, intihar eden Nilgün Marmara’nın eşi ne demiştir, biliyor musunuz: “Şiir yazdığını bile bilmezdim, bir kenara pıtır pıtır bir şeyler yazardı.”
Ben artık buna da “Nilgün Marmara Ulaşılmazlığı” diyeceğim ama biz birlikte “yok artık” diyeceğiz “ o kadar da değil”.
“Gibi” dizisinin 4. Sezonunun 8. Bölümü olan “Defter”deki gibi yüzlerce kişinin değil ama “en yakınlarımız” diyeceğimiz en fazla beş-on kişinin hayatına biraz daha eğilmemiz gerekmez mi sizce de? Ailemizin ya da en yakın arkadaşlarımızın önem verdikleri ama bizim ısrarla görmemeye çalıştığımız konular yok mu gerçekten? Yoksa Kendimden Hallice’nin “Üzülmeye Nereden Başlasak?” şarkısındaki, “Ağlaya ağlaya göz kurudu, eş-dost aradım işi çoktu”daki eş dost olabilir miyiz?
En azından bir önceki gruptaki enerjimizi alıp buraya yönlendiremez miyiz? Yani eğri oturup doğru konuşalım belki Nilgün Marmara’nın intihar etmesini engelleyemeyiz ama ya yoluna bir kuş koyabilirsek?
3- Ulaşılamazlığımız
Ya da inatla ulaşılmazlığımız…
Bilirsiniz en duygusal burç olarak balık burcu bilinir. Bir balık burcu olarak yaşamak gerçekten zor. Ya kendinize ayakta kalacağınız bir dünya kurmanız ve bu dünyada en azından birkaç kişinin yaşaması gerekir ya da içinizdeki bir mezarlık açıp bazı duyguları gömmeniz ama daha sonra da bu mezarlığı unutmadan ama umursamayarak yaşamaya devam edebilirsiniz.
Yani gerçekten ulaşılabilir durumdayken bile ne kadar ulaşılmak istenirsiniz ki?
Bu kısma da romanımızın başkarakteri “Tunç Ulaşılmazlığı” diyelim ya da yazarının ulaşılmazlığı…
Hepimizin zaman zaman yaşadığı iç sorgulamaların birini de üniversitenin ikinci ya da üçüncü yılında yaşamış ve birisi bana, “gerçekten iyi misin?” diye soruncaya kadar içime kapanmaya ve mümkün olduğunca kendimden bahsetmemeye karar vermiştim. Balık burcunun normali dışında melankolik görünmeyecek ve birkaç gün sonra bana, “gerçekten iyi misin?” diye soran arkadaşıma da, “İnanır mısın kaç gündür kimse sormadı?” diyecektim. Hemen aklınıza izole bir hayat yaşadığım bir süreç mi acaba sorusu gelebilir. Hayır, beş altısı neredeyse her gün görüştüğümüz yakın arkadaş grubum olmak üzere derslerin devam ettiği ve ayaküstü de olsa onlarca kişi ile sohbet edebileceğim bir ortamdaydım ve sanırım dört-beş ay gibi bir süre sonunda yine yakın arkadaş grubumdaki bir arkadaşımla dertleşebilmiştim.
İşte şimdiki gibi sosyal deneylerin meşhur olmadığı hatta hiç bilinmediği yıllar da böyle bir deney yapmıştım ve bana çok şey katmıştı.
Yazının sonuna gelirken işleri biraz daha ilginçleştirelim mi?
Hadi, yeni bir sosyal deney yapalım ve görelim bakalım ulaşılmak istediğimizde hatta bunu açıkça belli ettiğimizde ne kadar geri dönüş sağlıyoruz? Daha önceki yazılarım şu ana kadar 150-200 civarı okunmuş. Ben şimdi eşim ve hatta yazıyı ilettiğim editör dahil kimseye bir şey söylemeden bu yazıyı ulaştıracağım. Siz gerçekten değerli okuyuculardan üye olmadan yorum yapabileceğiniz aşağıdaki yorum kısmından veya kolayca bulabileceğiniz sosyal medya adreslerimden herhangi birine sadece “MSK” yazmanızı bekliyorum. Çekinmemeniz için istemediğiniz takdirde cevap bile vermeyeceğim. Bakalım yüzde kaç ulaşılabilir çıkacağım? Bir sonraki yazım “Labirent” i teslim ederken son sayıyı da size bildireceğim 😉
O zamana ulaşılmaz sandıklarınıza ulaşabilmeniz ama “gerçekten” ulaşabilmeniz dileğiyle…