Hayatta bazı şeyler her zaman yolunda gitmeyebilir. Bu doğanın alışagelmiş bir kanunudur. Lakin fazlasıyla ısrarcı olduğun bir konuda, hayatın çok üzerine gittiğinde beklediğin tepkiyi alamazsın. Bunu gösterdi bana gittiğim yollar.
Ümit denen kavramı adeta bir karaborsa şeklinde tabirlerim. Bir şeyler yolunda gidiyordur. Bir dize mutluluk, hayallerden yoksun olma -evet daha az üzüntünün asıl formülüdür hayal kurmamak, ziyadesiyle hayal kurmak- hayata tutunma direnişi, sevinçler, hüzünler… Senin, sen olduğun zamanlar. Kendi merkezinde yaşadığın anlar. Bencillik değil, egoistlik hiç. Ne yani bunlardan ibaret miydi? Bir fincan kahve gibi ufak mutluluğun hüküm sürmesi miydi? Altını çizdiğin birkaç paragrafı tekrar tekrar okumak ve müthiş zevk almak mıydı? Evet bunlardı. En azından beni ben yapan bir iki unsur barındırıyor bu cümleler. Kendi kendine yetebilmek diyoruz kısaca. Bu cümle her şeyi ziyadesiyle açıklıyor. Hayal kurmuyorsun. Çünkü hayal kurmak ümit etmenin, hayal kırıklıklarının başlıca etmenidir. Ya da yapın, yaşayın bunları.
Deneyimlerimiz bizler için birer mihenk taşıdır. Yaşayarak görürüz bazı şeyleri, canımızı acıtır. Kendimizi belki de bu yolda kaybederiz. Özümüzü… Gülümsemelerimizi… Yine, yeniden biz olur muyduk orası muammaydı. Fakat arındıktan sonra, bazı şeylerin kafamıza vura vura dank edildikten sonra. Sonra… Ümit etmemeye başlayacaksın. Bu hayatta bir şeyi çok istemeyeceksin. Zararlısı her zaman kendin olursun. Hayat bile bu kadar kısayken aslında bir buğday tanesi boyutunda bile olmayan nedenler için asmaya değer miydi o suratı?
Kalp gözünüzü kapatınız ve beni sol beyninizin lobu ile dinleyiniz. Hayat üzülmek için çok kısa.