Uzun uzun pencereden dışarı bakıyordu annem. Bize hayata birçok pencereden bakın diyen annem, sanki hayatı sadece pencere önüydü. Günlerdir yiyip içmiyor, sürekli dalıp gidiyor; gözleri bulutlu bulutlu. Sormak istiyordum, sebebi her ne olursa olsun annemin sırtındaki yükün paylaşanı olmak, onun yalnız olmadığını hissettirmek istiyordum. Birkaç gün böyle sürüp geçse de, en sonunda tüm cesaretimi toplayıp sormuştum. Annem, olanların farkına vardım diye endişeye kapılırken gözünden süzülen yaşın farkında bile değildi.
Onu öyle görmek bana acı veriyordu. Biz çocuklar bir şey isteyince ve istediğimiz karşılanmayınca ya da arkadaşlarla atışınca ya da yere düşünce, yani sebebi ne olursa olsun, ortalığı velveleye veririz. Ama ilk kez bunu hissetmiştim; annemden dolayı, sessizce ağlamayı. Yutkunamadan, sessizce hıçkıra hıçkıra susmayı. Ne tuhaf, annemin tüm hayatı o pencere olmuştu, sebebi bilinmez. Bir haber mi bekliyordu, yoksa dışarda gördüğü manzarada huzur mu buluyordu? Ya da asıl görmek istediği her ne ise, manzaraya mı bürünmüştü?
Umut neydi annemin gözünde?
Umut, tüm renkleri görebilmenin adıydı. Bu cümleyi en az yaşım kadar annem ikrar etmiştir. Gerçekten öyle miydi? Kendi kendime hasbihal ederdim. Sonra anladım ki, aslında bir pencereden binlerce pencereye yüreği açık olmaktır; yani tıpkı umudun binlerce renkle ifade edildiği gibi.
Aslında umut: Bir kişinin yaşadığı olaylar ve durumlarla ilgili olumlu sonuçlar çıkarabileceği ihtimallerine dair duygusu, düşüncesi ve inancıdır. Yaşanmakta olan andan sonra yaşanacak olan şeylerin güzel, mutluluk getireceğini düşünüp bu inançla huzur bulmaktır.
Aslında umut, insanın doğuştan gelen temel niteliklerinden birisi olarak ele alınır. Yani umut, aynı zamanda kişiliğimize dair bir işarettir.
Umut, hayatın akışında doğal olarak bulunan; yaşadığımız acı duygular, kırgınlıklar, küskünlükler, kendimizi çaresiz hissettiğimiz anlarda umut ederek başa çıkarız. Umut, öyle kuvvetli bir değnek ki ağlarken bile gülümsetebilir.
Nasıl mı?
Ben umudu annemin gözyaşlarında gördüm. Ağlarken bile bize bazı şeylerin yansımaması için gözyaşı içinde gülümsediğini gördüm. Ve umut gerçekten çok ağır bir imtihandır, sabır gibi…
Acıtır, zorlaştırır ama karanlığın rahmindeki ışığı da gösterir hiç şüphesiz Yüce Allah…
Ki, İslam dininde umudu kesmek yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın rahmetinden umudu kesenlerin ancak kâfirler olabileceğini gösteriyor. Yusuf Suresi (12/87).
Hatalarımız, günahlarımız haddini aştığında yine bir ayet-i kerime bizleri umuda davet ediyor: “Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım! Allah’ın rahmetinden umudu kesmeyin. Şüphesiz Allah tüm günahları bağışlar. Çünkü O bağışlayandır, esirgeyendir.” Zümer Suresi (39/53).
Aslında umuda dair birçok ayet-i kerime vardır Kur’an-ı Kerim’de. Umutsuzluğa kapılmak, olaylar karşısında sabır göstermemek bizleri yanlışa sürükler; yani hata yapmaya elverişli hale getirir, isyan gibi, “neden ben” deyip şikâyet etmek gibi hâşâ. O yüzden umutsuzluğa mahal vermeyeceğiz hayatımızda. Elbette ki insandır beşer, şaşar; ama umutsuzluğa kapıldığımız an mucizelere, Kur’an’a, ayetlere, peygamberlere, kıssalara bakıp okuyup anlamaya çalışalım. Emin olun o an bile, o inanç bile huzur vermeye başlayacaktır, siz daha umut etmeden. Çünkü niyet etmek ne kadar İslam dininde güzel bir yere sahip ise; yani bazen çok yardım etmek istediğiniz bir ele, el uzatmak, tutup yardım etmek istersiniz ama uzanamaz ya elleriniz; işte o an o iyiliği yapmış kadar sevap yazılır ya size niyetinizden ötürü. İşte umuda inanmak da öyle kuvvetli bir inançtır ki sizi derin bir çukurdan aydınlığa ulaşacağınız bir kapı aralar size.
Hani Hz. Yusuf’u (a.s.) kuyuda imtihan eden Rabbimin, ona inançla, umutla bağlı olan Yusuf’un (a.s.) hikâyesi misali…
Allah dilerse hiçbir şey olmazı yoktur. O dilerse yer ve gök bile bir olur. Kızıldeniz’i ortadan ikiye ayıran O değil mi?
Peki, Hz. Yusuf’a (a.s.) iftira atan Züleyha’ya ders veren yeni doğmuş bir bebeğin dile gelmesi değil mi?
İşte umut mucize gibidir; beklenmedik bir anda gelir. Umudu kaybedersin belki ama seni yalnız bırakmayan Allah kalbine fısıldar: “Umudunu kaybettin biliyorum ama kalbin umut dolu. Sadece sabırla zamanın gelmesini bekle ve her şeyin bir denge üzerine kurulduğunu, her şeyin bir zamanı var,” der. Yani Allah, umudumu tek tek sayfalara yazdım; her umudu şöyle karşıladım: Umudunu yitirme. Her defasında gider bir umut ama boş ver, bul başka bir umut. Ama o umudu zamanında bul, yoksa sen o umudu da kaybedersin.
Kafanız karıştı biliyorum, mazur görün beni. Ama şu örnekle açıklama getireyim: Umudunuz saat olsun. Mesela bir filmin yeni bölümünü beklediğimizde nasıl da heyecanlıyız; defalarca aynı fragmanı izleriz günü gelene kadar. Ve film oynar ama kötü sonlanınca hemen “Bitti artık,” deriz. Oysa daha nice fragmanlar vardır; belki sonu mutluluk ya da acıyla bitecek ama izlemeden bu sonuca ulaşamayız. Yaşanmadan, acı duymadan, bazı şeylerle imtihan edilmeden belki de umut edebilmenin farkında değiliz.
Aslında umut çoğu konuda var: Hastalık, heyecan, aşk, imtihan vb. Daha sayamadığım çok var; günümüzdeki her saniye, dakika, saat bile bir umut deyip diğer sayfalarda daha güzel umut olur diyip ilk sayfayı bitirdim. Yeni bir sayfada dünya sana “Vazgeç,” der ama umut tutar elinden, bir kere daha dene diye.
Umut, sabırlı olanların her zaman yanında ve arkasında. Umut, eğilmiş bir ağacı bile düzeltir denilecek kadar güçlü bir inançtır tutunmasını bilene. Umut etmek hayatı yaşanır hale getirir, korkularımızı yenmemizi sağlar. Hayata bir sıfır önde başlamamızı sağlar. Sana silah doğrulturlar, sen korkarsın ama unutma ki umut güçlü ve dayanıklı; ona hiçbir şey işlemez.
Çünkü umuda inanmak, sonsuz bir yaratıcının varlığına da inanmayı beraberinde getirir. Maddi manevi tüm sıkıntılara göğüs gerebilmenin adıdır umut. Nefes alıyorsak hâlâ umut var demektir. Hayatın olduğu her yerde umut vardır.
Umut gözle görülmez, elle tutulmaz mecazi bir kavramdır; ama insanın iç dünyasını ferahlatacak en büyük duygudur. Ve gerçek şu ki geleceğe umutla bakabilirsek, yaşadığımız anın tadına da keyfine de lezzetine de varırız.
Hayatın anlamını ve değerini idrak eden kişiler, umudu yitirmeyen kişilerdir. Hayatın zorluklarına umut edip sabır göstererek maksadına ulaşır.
Umudu tutulacak son dal olarak görmemeliyiz. Umut, ayağa kalkmanın ilk adımıdır. Umut nasıldır biliyor musunuz?
Umut, bize hayatın toz pembe olmadığını gösterdiği gibi, simsiyah olmadığını da gösterir. Yani umutlu olan kişi, buna inançla bağlı olan kişi direkt mutluluğa erişmez; bazı cenderelerden geçip, sabır gösterip mutluluk rengine sahip olur. Umut, pembe bir rüya değil; karanlıkta önce grileri, sonra diğer renkleri seçebilmektir.
Umudu artırmak için ailemiz ve diğer yakınlarımız ile bağlarımızı kuvvetlendirmeliyiz. Ağlarken bize tebessüm eden, bize sarılan annemizin varlığı o an bizi susturmaya yetecektir. Her rengin bir anlamı, bir işlevi ve bir görevi vardır. Umut pasif bir tevekkül hali asla değildir; tevekkül de eylemsizlik değil, olana rıza göstermek ve olmakta ve olacak için çabalamaya devam etmektir.
Başımıza gelen her şey, tabii ki Allah’ın takdiri deyip sabredip umudumuzu kesmemeliyiz.
Hal böyle iken başımıza gelen tüm dertlere derman bulmak için, yeni hayaller kurmak için, mutlu olmayı arzu edip sahip olabilmek için umut şart.
Umut etmek demek, henüz doğmamış şey için her an hazır olmak; ama doğumun bizim yaşam sürecimiz içinde gerçekleşmemesi halinde umutsuzluğa düşmemek gerekir. Umudu olmayan insanlar vurdumduymazdır ya da şiddete eğilim duyarlar. Çünkü çaresizlikle başka bir şekilde baş etmesini bilmezler. En ufak bir isteği gerçekleşmediğinde sinirlenir ve sinirini etrafındakilerden çıkarmayı adet edinir. Hayatın sonuymuş gibi etrafındaki insanların da hayatlarını söndürür, umut edebilme hayalini köreltir. Yani demem o ki umut eden insan çevresine de aşılar ve huzur verebilir. Hayal etmeye, yeniden ayağa kalkmaya, daha güçlü olabilmeye ikna edebilir. Belki yaşadığımız eziyetini artıracak ama sonunda da refaha kavuşturacak Allah’ın izniyle ve sonsuz merhameti ile.