Eylül ayı geldi hanım, var mı yeni sonbahar öyküleri? Turşuluk yapacak sebzeleriniz henüz tam yetişmemiş mahsulünüz. Yazıyı, sonbahar rüzgarının sertçe bedenime doğru estiği bir günden yazıyorum. Eylül ayının ilk günü; bugün pazar. Çocuklar artık yavaş yavaş evlerine çekilecek, sanal ortamda belki daha çok bulunacak kimisi, kimisi ise belki daha çok kitap okuyacak. Bugün herkes bir telaş içinde; kimi kızı okula gidecek diye bin bir renkte kalem alacak, kimi ise oğluna en güzel süper kahramanların bulunduğu kalemliklerden alacak.
Çocukken, ilkokula gittiğimde arkadaşlarımızla oyun hamurundan koca bir dünya inşa eder, dört mevsimi ezberlerdik. Sanki o günler hiç bitmeyecekmiş gibi büyük bir neşeyle. Ancak şimdi geriye doğru baksak, oyun hamurundan inşa ettiğimiz dünyalar birbirine kenetlenecekken üst üste vurulup yıkılmış. Herkesin evi bir harp meydanı. Çocuklar, farklı coğrafyalarda okula gitmek yerine hastanede annelerini babalarını bekliyor, büyük bir umutla belki filizlenip yeniden aile olurlar diye. Ancak nafile bir çaba bu. Dünyanın açgözlü ülkeleri, hepsini bir kaşık suda boğmayı bırakın, diri diri öldürme derdinde.
Şimdi, sonbaharın acımasız günlerinde zihin süzgecimizden geçiyor her şey. Artık doğada serçelerin, güvercinlerin yerine bolca karga göreceğiz, kara günlerin habercisi gibi. Belki gökyüzünden Narin’in güzel haberlerini alırız, ruhumuz biraz iyileşsin diye. Ancak vakit artık çok geç; öldüğünün haberini geçtiğimiz günlerde çoktan duyduk.
Belki bugün, 1 Eylül Dünya Barış Günü olduğundan iyi haberler gelir kulağımıza; ancak bombardıman ardı sıra devam ediyor dünyanın çeşitli coğrafyalarında. Hatta artık “soykırım” kelimesi dahi kendi anlamından utanıyor olmalı. Güneş doğduğunda, bugün başımıza hangi felaket gelecek diye düşünmeden edemiyor insan. “Refah” denilen güvenilir bölge dahi kendi anlamıyla çelişiyor, katı ordu sayesinde. Sanki tüm kelimelerin zihnini, ritmini yok etmeye yemin etmişler gibi kana doymuyorlar. Bütün acılarını bir kenara bırakarak insanlığı öldürmeye yemin etmiş bu gaddarlar. Ötenazi yoluyla 2. Dünya Savaşı’nda kendi soydaşları katledilmemiş gibi, inatla dünyayı büyük bir savaşın eşiğine getirme gayreti içinde Siyonizm.
Kucaklaşmak, barış, halkların kardeşliği, insanlık, iyilik; bütün bunlar artık iyi bir temenniden başka bir şey değil.
Yazının başında Eylül ayındaki güzel öyküleri kucaklamak isteğimi dile getirmiştim sizlere. Yaprakların sararıp soluşu, soğuk havaların içimi titretişi ve yazın son buluşu; bir olayı hatırladığımda pek önemli gelmiyor benim için. İnsanın içinde hep bir umudun doğmasına vesile olan şey, hiç şüphesiz Christy Brown’un hayat öyküsüdür muhakkak. Çelimsiz ve sakat elleri ile dünyaya gelen küçük Brown, etrafındaki birçok insanın binlerce kez “yapamazsın, başaramazsın” diye söylenişlerine kulak asmadan hayatını devam ettirdi. Ama ne devam ettirme… Başlarda gerçekten hiçbir şey yapamayacağına kendini ikna etse de onun için mucizevi bir ilham kaynağı vardı; o da annesi. Annesi, 22 çocuk doğurmayı hayal etse de 13’ü hayatta kalmıştı. Onlardan biri olan Christy’nin hayatta kalmasının mucizesine dayanarak büyük bir inançla onun gözlerinin içine baktı. Oldukça yoksul bir aile olmalarına karşın, kardeşlerinin onu kayırmasına ve baskılarına karşın oğlunu, varını yoğunu göze alarak eğitti. Başlarda büyük bir umutsuzluk besleyen Christy, annesi sayesinde vücudunda bulunan büyük bir mucizeyi keşfetti: Sol ayak. Evet, yalnızca beş parmak bulunan ve belki birçoğumuzun yalnızca gitmeye yaradığı düşünülen sol ayağını. Onunla başta bir şeyleri alıp yerine bıraksa da daha sonra annesi ona kağıt kalem alıp yazmasını öğretti. Zamanla iş o kadar gelişip serpildi ki sol ayağıyla oyunlar oynadı ve hatta kendini duyurmasını sağlayan resim yarışmalarına dahi yalnızca beş parmağı ve sol ayağıyla katılıp kazandı.
İşte bu inanç ve zafer, bir ana ve gayretli bir oğlun zaferiydi. Belki başlarda savaşlardan, ölümlerden, umutsuzluktan, sonbaharın kasvetinden bahsetmiş olsam da, bu umutla bazen şükretmeli, hayatın olumlu yönlerinden kendimize bahsetmeliyiz. Eylül ayının ve yeni bir mevsimin bize ezberlenmemiş nice güzellikler ve iyilikler getirmesini, oyun hamurundan inşa ettiğimiz çocukça dünyamızın yıkılmaması temennisiyle…
Unutmayın, her insanın bir sol ayağı ve inancı vardır. Sağlıcakla kalınız…