Unutkanlık Maskesi

77 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

Yüzüne fondöten gibi buladığı gülümsemeyle konuşuyordu kurabiye suratlı hemşire. “Günaydın, Eşref Bey. İlaçlarımızı alalım. Evveet. Lütfen diğerini de. Tammam. Öğle yemeğinden sonra görüşürüz.” Dönüp gitmek üzereyken seslendi Eşref Bey arkasından; “Bir dakika! Benim bazı şikâyetlerim vardı. Dr. Bahattin Bey bugün gelecek mi?”

“Nedir Eşref Bey şikâyetleriniz? Söyleyin kendisine iletelim, olur mu?”

“Ben, ben. Çok şey hatırlıyorum! Çok fazla şey.” Elini başına götürdü Eşref Bey, saçlarını yolar gibi avucunda sıkarak çekiştirdi. “İlaçlar, verdiğiniz ilaçlar işe yaramıyor galiba.”

“Ayy çok hoşsunuz vallahi! Eşref Bey ne güzel işte, hatırlıyorsunuz. Arkadaşlarınız unutmaktan, siz hatırlamaktan şikâyetçisiniz demek ki. Neyse, hemen arıyorum Bahattin Bey’i, hadi siz dinlenin şimdi.”

“Dinlenmekten yorulmuş birine, söylenecek şey mi bu? Hem, ben, belki hatırlamak değil, unutmak istiyorum, ne yani olamaz mı? Çocuk gibi avutuyorsunuz insanı, kaç haftadır güya gelecek doktor. Arayıp söylediğinizden de şüphe ediyorum.” Demişti Eşref Bey, ama hemşire çoktan çıkmıştı odadan.

Neden bir çocukla konuşuyor gibiydi bu hemşire? O bir zamanların ünlü mimarı Eşref Bey’di. Yaptığı projelerle ünü yurt çapında yayılmış, başarılarıyla örnek şahsiyet “Eşref Alptekin!”

Odasının kapısı tekrar tıklayınca rahat bir nefes aldı. Düşünmekten yorulmuştu çünkü. “Buyurun” Gelen eski mali müşavir, yeni şair Kemal Efendi’ydi. Eşref Bey buraya ilk geldiği günlerde uzun uzun sohbet ederlerdi. Mutluydular o zamanlar yahut bu bir avuntuydu. “Azizim, iyi ki geldik. Yaşına uygun arkadaşlarla tanışıyorsun, halini derdini anlayan insanlarla hasbihal ediyorsun.”

“Değil mi mirim? Aynı şeyleri paylaşmak çok önemli, haklısınız tabi tabi. En güzeli bu. İyi ki geldik.” Huzur evine ilk geldiği günlere dalıp gitmişti Eşref Bey. Kemal Efendi’nin bir soru sorduğunu kendisine döndüğü an arkadaşının gözlerinden okumuştu. Zihnini toparlamaya çalışıyordu. Kemal Bey, “Mirim, Eşref Beyciğim burada mısınız dostum?”

“Buradayım azizim, buradayım. Lakin ne kadar kalabilirim, bilemem.”

“Hah hah! Pek hoşsunuz yahu. Özlemişim sizinle latife etmeyi. Eskilerden pek kimse kalmadı. Ahh ah. Yeni geldiğimiz günlerde, hatırlar mısınız mirim? Yaa ya. Hatırlarsınız tabii. Cevdet Bey de katılırdı arada sırada sohbetimize. Ne zarif ne beyefendiydi. Alicenap adamdı, Allah rahmet eylesin. Neyse. Ben neden geldim biliyor musunuz? Efendim, Mevhibe Hanıma açılmaya karar verdim. Ne dersiniz? Bakınız planımı dinleyiniz. İkindi çayı esnasında son yazdığım şiiri okuyayım diyorum. Hani öyle ortaya okuyormuş gibi farz-ı misal. Sonra bir köşeye çeker derim ki “pek kıymetli Mevhibe Hanım efendiciğim böyleyken böyle.” Belki bir eve bile çıkabiliriz. Tabii efendim, tabii. En iyisi. Siz de yemeğe gelirsiniz ara sıra, ev kokusu bir başkadır mirim. Laf aramızda, pek hamaratmış, eli de pek lezzetliymiş hanımefendinin. E ben de fena sayılmam hani. Çok şükür romatizmamdan başka bir rahatsızlığımda yok. Yaşlılık, olur o kadar. Bakınız yazdığım şiiri önce size bir okuyayım efendim. Ama Allah aşkına bak! Ölümü gör, beğenmezsen doğruyu söyle.

Yıllar önce neredeydin, beni neden beklettin?
Göz göze diz dize, geçirseydik günleri
Hayat yeni başlıyor, sen düşünme kimseyi
Kabul buyur, evet de, bekletme artık beni
Sen bana lütuf musun, vaat misin sevgili
Kim demiş geçti mevsim, ufukta göründü kar
Benim gönül ülkemde hala, aşkının telaşı var

Birkaç mısraı Ayşe Kulin’den aşırdım. Şşiiii. Aramızda kalsın.”

Kemal Efendi’nin çoktan gitmiş olduğunu hemşirenin sitemkâr sözlerini duyunca fark etti. “Aşk olsun ama Eşref Bey! Öğle yemeğine gitmemişiz yine. Bakın bu günlükte getirmem söylendi ama yarın da gitmezseniz müdür bey kızınıza bildirmemizi söyledi.” Eşref Bey’den onay almayınca kulağına doğru daha yüksek sesle tekrarladı: “Eşref Bey, anladınız mı beni?” Cevap vermemişti Eşref Bey. Nasıl gitsindi yemeğe? Elleri titriyordu. Yemeğini üstüne başına döküyordu. Vaktiyle nice konutlar inşa eden elleri. Ani bir gitmek isteği geldi oturdu gönlüne. “Ebru gelsin, arayın gelsin.”

“Ee şey. Kızınız aramıştı, bu hafta da gelemeyecekmiş.”

Hemşire giderken Ebru’nun doğduğu günü düşündü. Yürümesini, ilk defa ‘baba’ deyişini. Yazlıktaki evlerinin önünde koşuşturmasını, denize kıyısında kumdan kale yaptıklarını. Hemşirenin açık unuttuğu kapıdan koridorda ki uğultulu sesleri duyana kadar kızını düşündü.

Sonra ağır ağır kalktı yerinden. Kapıdan çıktı, koridorun duvarından da destek alarak ilerledi. Konuşmaları duyuyor ama bir anlam veremiyordu. Mevhibe Hanım’ı görünce yanında durdu. Kadıncağız ağlamaklı: “Eşref Bey, Eşref Bey! Kemal Efendi!”

Kemal Efendi bir sedyede yanlarından götürülürken arkasından izledi Eşref Bey. Unutkanlık maskesini takmanın vaktinin gelmişti artık. “Kemal Efendi de kim?”

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Eğitmen / Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version