Zaman akıp giderken, unuttuğumuz her olayın her anını yaşıyoruz aslında. Hangi acının hangi yaraya denk düştüğünü hatırlamadan zamanın uslanmaz çarkında zamanla birlikte akıp gidiyoruz.
İşte size unutkanlıkla dolu günlük yaşantımızdan bir örnek;
Her sabah aynı saate uyandınız ve hemen banyoya yöneldiniz. Duş almak için kabinin kapısını araladınız ve suyun pahalı olduğu ve küresel ısınmadan dolayı kaynakların azaldığını hatırladınız. İdareli kullanmak gerekir her şeyi idareli diye düşündünüz.
Birden aklınıza dün ailenizle nasıl vakit geçirdiğinizi sorgulamak fikri geldi. Anlık hafıza kayıpları ile dün en son hangi televizyon programını izlediğinizi, hangi şarkıyı dinlediğinizi, hangi kitabı ve uyumadan önce hangi duayı okuduğunuzu hatırlayamadınız. Beyninizde anlık unutkanlıklarınıza dair bir dünya soru işareti ile beyninizin en kılcal damarlarında hoyratça tepinen tilkiler ve bu tilkilerin kuyruklarının birbirine değmedi anları yaşayarak mutfağa yöneldiniz. Buzdolabının karşısında durup önce ne yapacaktım diye düşünürken, yüzünüzdeki anlık gülümsemeyi dolabın kapağındaki yansımadan izlerken dolaptan süt almak istediğinizi hatırladınız.
Sabah kahvaltısına bir bardak ılık süt.
Buzdolabından sütü alıp cezveye yeteri kadar döktünüz. Ocağın en küçük gözüne cezveyi yerleştirip ocağı yaktınız. Sonra mutfak masasının üzerinde bir gün önce yaptığınız ya da eşinizin yaptığı kurabiyelere gözünüz ilişti.
Sabah kahvaltısı bir bardak ılık süt ve biraz kurabiye.
En sevdiğim diye düşündünüz.
Kurabiye ve sütün tadını çıkarırken gözünüz mutfak duvarında asılı duran saate takılıyor.
Vakit gelmiş diye düşünerek hemen tekrar banyoya yöneliyorsunuz. Dişlerinizi fırçalayıp sacınızı başınızı düzeltip hızlı adımlar ile kapıya doğru yönelirken bir an yine duraksıyorsunuz. Her zamanki yerinde asılı olduklarını bildiğiniz halde ilk bakışta algılayamadığınız anahtarlarınızı arıyorsunuz. Sonra anahtarları cebinize koyup çıkıyorsunuz evden. Apartman koridorunda ilerlerken birden saksıdaki çiçekler gözünüze ilişiyor. Çiçeklere günlük sularını veriyorsunuz. Ama hala aklınızda dün geceye dair hatırlamadıklarınız var. Ya da beyninizin bir tarafında uyumaya bıraktıklarınız. Merdivenlerde hızlıca inerken ceplerinizi ve çantanızı kontrol ediyorsunuz. Telefonu yanıma yine almamışım diye gülümseyerek geri dönüyorsunuz. Ve tam kapıyı açacakken eşiniz açıyor kapıyı elinde sizin telefonunuz.
Gülümseyerek uzatıyor ve gülümseyerek alıyorsunuz.
Yine unuttun diyor.
Yüzünü tekrar görmek için bilerek bıraktım diyorsunuz.
Gülümseyip vedalaşıyorsunuz.
Bütün unuttuklarınıza rağmen hayatta kalmayı sürdürmeye devam ediyorsunuz.
Aslında unutmak iyi bir ruh hali, geçmişin acılarını, dertlerini unutmak güzeldir.
Ama sonrası hatırlamak zor olan bu işte hatırlayıp yok saymak.
İçimizde biriktirdiğimiz ve bizi nereye götürdüğünü bilmeden hem yolda hırpalayan hem de umut var diye yürüten yaşanmış ama yaşanılmasaydı diye temennilerde bulunduğumuz en güzel yıllarımızı heba etmemize sebep olan anılarımızı almışız çıkınımıza, yaşanmamış sayarak hayata devam ediyoruz.
Sonrasında unutarak, yüreğimizi avuçlarımıza sığdırıp hüznün ayazında üşüyen ellerimizi ceplerimizde ısıtmamıza sebep olan, geçmişimizin hassas inceliklerinde, zaman içinde yankılanan söylenmemiş sözler ve sayısız yerine getirilmemiş vaatlerin, iyileşmemiş olan yaralarımızı unutarak hatırladığımız tüm acılarımızı karmaşık bir kanaviçe gibi iç içe geçirerek dokumasına izin veriyoruz.
Bu ağırlık, ağır bir yük gibi, ruhumuzun üzerine çöküyor ve varlığımızın dokusunu kemiren amansız bir acı olarak kendini gösteriyor.
Tıpkı canlı renklerin gölgeler tarafından susturulması gibi, eksik kelimeler ve parçalanmış güven duygusu, kalbimizin karanlık girintilerinde gizlenmiş olmaya devam ederken ve kızgınlıklarımız yanan kor ateşini devam ettiriyor. Büyülü bir perde gibi, ördüğümüz büyüleyici unutkanlık hikâyesi, koruyucu bir kalkan görevi görüyor ve bu sırları, varlığımızın en derin köşelerinde saklı olan sarsılmaz bir kırılganlıkla koruyoruz.
Tamda bu satırları yazarken aklıma geliyor. Bütün uyuttuklarımı hatırladığım ve hayatı cama vuran yağmur damlarına benzeterek yazdığım ‘‘Bir Küçük Nokta, Bir Uzun Çizgi’’ isimli kitabım.
Bu hikâye, benim gibi unutarak hatırlayan bir insanın günlük karmaşıklığını yansıtmaktadır. Kim bilir, belki de unutkanlığımızı kullanarak dünyayı ele geçirebiliriz.
Her neyse, bu hikâye boyutunda bir gülümseme ve beyninizin en kılcal yerlerinde bir elektriklenme oluşturduysa, amacına ulaşmış demektir.
Unutmayın!
Unuttuklarınız ile hatırlayabilir ve hatırladıklarınız ile eğlenebilir ve hatta hatırlayamadığınız şeylerle bile gülümseyebilirsiniz!
Sevgi, saygı ve dostlukla…
Emrullah bey kaleminiz çok güçlü.
Lütfen yazmaya devam edin, bizde okumaya…